Erken kalktı o gün. Halletmesi gereken tonla iş vardı. Ev dağılmış,
elini neye atsa altından bir parmak toz çıkar olmuştu. Son zamanlarda bir hayli
yoğundu. Eve sadece uyumaya geliyor, yorgunluktan kendini eve nasıl attığını
şaşırıyordu.
Evi temizlemesi
gerekliydi öncelikli olarak. Söylene söylene topladı kahvaltı sofrasını. Duyan dinleyen
kimse yoktu, kendi kendine söyleniyordu. Üzerini değiştirdi. Üzerindekilere de
çamaşır suyu bulaştırmak istemiyordu. Evde giydiği ne kadar kıyafet varsa
üzerinde çamaşır suyu lekesi vardı zaten. Temizlik yaparken sürekli bir
yerlerden üzerine bulaştırıyordu.
Salondan
başladı toparlamaya. Odaları geze geze yatak odasına kadar geldi. Neredeyse dolabındaki
tüm kıyafetler ortalık yerde duruyordu. Yeni yıkadıklarını toplamış, yatağın
ayakucunda duran minderin üzerine atmıştı. Kirlileri ise yerden, oradan buradan
toplamaya başladı. Gidip makineye doldurdu. Önce renklileri yıkayacaktı, daha
sonra beyazları, en sonda nevresimler ile havluları atacaktı.
Yatağının
nevresimini değiştirdi. Yenilerini sermeden önce elektrik süpürgesini aldı
eline. Bazayı çekti, altını süpürdü. Kaldırdı içindeki eşyaları üstten bir
düzenledi ve içini de süpürdü. Sonra yatağını kaldırdı yeni çarşafı geçirmek
için. Bir iki tel saç takıldı gözüne… Kendi saçları değildi. Umursamadı, en
azından öyle gözüktü. Çekti süpürge ile saç tellerini… Uzun, koyu renk…
Geçirdi
çarşafı yatağına. Oturdu bir ucuna, bir sigara yaktı. Yatağın başucundaki
sehpanın üzerinde duran küllüğe uzandı. İçi bir tuhaf olmuştu. Onca zaman
yatağa yapışıp kalan birkaç tel saç. Gitmeyi reddetmiş gibiydiler sanki. Hayatından
kazıyıp atmış gibi hissediyordu.
Sigarasını
söndürdü. O sırada dolabın içinden sarkan kıyafetleri fark etti. İyiden iyiye
sinirlenmişti artık kendine. İnsan yoğun çalışabilirdi lakin bu kadar da
dağınık olmak zorunda değildi elbet. Tek tek çıkardı dolaptan kıyafetleri. Kışlıklar
ile yazlıkları bile ayırmamıştı daha. Hepsi bir arada karman çorman
duruyorlardı; iki kapılı, ahşap dolabın içinde.
Eline geldiği
gibi toplayıp ayırmaya başladı kıyafetleri. Kazakları bir yana diziyor,
pantolonları bir yana. Tshirtler ve diğer yazlıkları da başka bir tarafa
koyuyordu. Tam o sırada eline bir hırka aldı, baktı. Nereden çıkmıştı şimdi bu
hırka? Bunca zaman sonra! Sinirlendi, söylene söylene kalktı oturduğu
yerden. Mutfağa doğru gitti, bir bardak
su içti sakinleşmek için dönüp durdu olduğu yerde.
Aklına onun
için yemek yaptığı gün geldi birden. Tavuk sever misin diye sormuştu ama köfte
yapmıştı. Yanında patates püresi biraz da salata. O gün keşfetmişti. Salatayı aynı
şekilde seviyorlardı. Tüm malzemeler ince ince ve küçük küçük doğranmış
olmalıydı. Bir keresinde salata yapmak için neredeyse yarım saatini harcayışı
geldi aklına gülümsedi. Birden silindi suratındaki gülümseme. Neden hatırlıyordu
tüm bunları? Bu kadar ayrıntıyı anımsamaya ne gerek vardı?
Yok, bu
böyle olmayacaktı. Salona geçti oturdu. Biraz sakinleşmesi gerekiyordu. Bir sigara
daha yaktı. Gözü daldı o an karşısındaki koltuğa. Köşede duran masayı o kırmızı
koltuğun önüne çeker film izlerlerdi. Bir keresinde Adam Sandler’ın bir filmini
izlediler. Pek beğenmemişti filmi ama yine de o istedi diye izlemişti. Omzuna yaslanmış,
elini tutmuştu filmi izlerken. Uykusu gelmişti ama çaktırmamaya çalışmıştı.
Banyoya
gitti elini yüzünü yıkamak için. Gözleri kızarmıştı hafiften, ağlamak
istemiyordu. Yüzünü yıkadı. Kapının arkasındaki havluya uzandı. O an çamaşır
makinesinin üzerinde duran, ortak kullandıkları gargaranın kutusu ilişti
gözüne. Pembe.
Dayanamıyordu
artık. Evin her yerinden bir anı çıkıyor yavaş yavaş sinirleri bozuluyordu. Atmaya
kıyamamıştı onca şeyi anısı var diye. O an anladı bunca zamandır evi neden
temizlemediğini. Tozlarla beraber geçmişimi de örterim diye düşünüyordu. Kendi tozlarını
kendi savurdu…