29 Mart 2012 Perşembe

Yük.


                Bekliyorum, zaman geçti üzerinden…
                Bitmedi elbet, biter mi?
                Nasıl bitecekti?
                Yoktan var ettim ama yok etmeyi bilemedim.
                Maviye saldım gitmedi,
                Yeşile koydum istemedi.
                Zamana verdim almadı…
                Benden başka çeken olmadı,
                Benden başka isteyen olmadı.
                İçim doldu, taştı.
                Sığmadı, yetiştiremedim.
                Yükü atayım üzerimden dedim,
                Gitmedi, kaldı.
                Uzattım elimi, tutmadı.
                Ne kıymet bildi,
                Ne de zamanında anladı.
                Toprağa koydum, geri attı.
                Sonbahara verdim, tükürdü.
                İlkbahar eski diye istemedi.
                Pazara verdim, uğraşamam;
                Pazartesi git başımdan dedi.
                Dağa, taşa haykırdım;
                Yankısı bile gelmedi.
                Taş gibi kaldı yüreğimde,
                Oturdu kaldı göğsüme…
                Bir sigara, bir sigara daha yaktım.
                Sigaralar tükendi o tükenmedi.
                Atarım elbet gözyaşları ile dedim.
                Gözyaşlarım dindi ama o gitmedi.
                Ne ister, neden orda bilemedim.
                Ne zaman ki aynada iki yüz görür oldum,
                Kabul ettim, gitmeyecekti.
                Acır mı?
                Acır elbet, acımaz mı?
                Kolay mı bir bedende o yükü taşımak.
                Yağmura kattım almadı,
                Güneşe koydum yakmadı.
                Benden başka çeken olmadı.
                Benden başka isteyen olmadı.
                Kıymet de bilmedi.
                Acır elbet, acımaz mı?

27 Mart 2012 Salı

Temizlik Günü!


                Erken kalktı o gün. Halletmesi gereken tonla iş vardı. Ev dağılmış, elini neye atsa altından bir parmak toz çıkar olmuştu. Son zamanlarda bir hayli yoğundu. Eve sadece uyumaya geliyor, yorgunluktan kendini eve nasıl attığını şaşırıyordu.
                Evi temizlemesi gerekliydi öncelikli olarak. Söylene söylene topladı kahvaltı sofrasını. Duyan dinleyen kimse yoktu, kendi kendine söyleniyordu. Üzerini değiştirdi. Üzerindekilere de çamaşır suyu bulaştırmak istemiyordu. Evde giydiği ne kadar kıyafet varsa üzerinde çamaşır suyu lekesi vardı zaten. Temizlik yaparken sürekli bir yerlerden üzerine bulaştırıyordu.
                Salondan başladı toparlamaya. Odaları geze geze yatak odasına kadar geldi. Neredeyse dolabındaki tüm kıyafetler ortalık yerde duruyordu. Yeni yıkadıklarını toplamış, yatağın ayakucunda duran minderin üzerine atmıştı. Kirlileri ise yerden, oradan buradan toplamaya başladı. Gidip makineye doldurdu. Önce renklileri yıkayacaktı, daha sonra beyazları, en sonda nevresimler ile havluları atacaktı.
                Yatağının nevresimini değiştirdi. Yenilerini sermeden önce elektrik süpürgesini aldı eline. Bazayı çekti, altını süpürdü. Kaldırdı içindeki eşyaları üstten bir düzenledi ve içini de süpürdü. Sonra yatağını kaldırdı yeni çarşafı geçirmek için. Bir iki tel saç takıldı gözüne… Kendi saçları değildi. Umursamadı, en azından öyle gözüktü. Çekti süpürge ile saç tellerini… Uzun, koyu renk…
                Geçirdi çarşafı yatağına. Oturdu bir ucuna, bir sigara yaktı. Yatağın başucundaki sehpanın üzerinde duran küllüğe uzandı. İçi bir tuhaf olmuştu. Onca zaman yatağa yapışıp kalan birkaç tel saç. Gitmeyi reddetmiş gibiydiler sanki. Hayatından kazıyıp atmış gibi hissediyordu.
                Sigarasını söndürdü. O sırada dolabın içinden sarkan kıyafetleri fark etti. İyiden iyiye sinirlenmişti artık kendine. İnsan yoğun çalışabilirdi lakin bu kadar da dağınık olmak zorunda değildi elbet. Tek tek çıkardı dolaptan kıyafetleri. Kışlıklar ile yazlıkları bile ayırmamıştı daha. Hepsi bir arada karman çorman duruyorlardı; iki kapılı, ahşap dolabın içinde.
                Eline geldiği gibi toplayıp ayırmaya başladı kıyafetleri. Kazakları bir yana diziyor, pantolonları bir yana. Tshirtler ve diğer yazlıkları da başka bir tarafa koyuyordu. Tam o sırada eline bir hırka aldı, baktı. Nereden çıkmıştı şimdi bu hırka? Bunca zaman sonra! Sinirlendi, söylene söylene kalktı oturduğu yerden.  Mutfağa doğru gitti, bir bardak su içti sakinleşmek için dönüp durdu olduğu yerde.
                Aklına onun için yemek yaptığı gün geldi birden. Tavuk sever misin diye sormuştu ama köfte yapmıştı. Yanında patates püresi biraz da salata. O gün keşfetmişti. Salatayı aynı şekilde seviyorlardı. Tüm malzemeler ince ince ve küçük küçük doğranmış olmalıydı. Bir keresinde salata yapmak için neredeyse yarım saatini harcayışı geldi aklına gülümsedi. Birden silindi suratındaki gülümseme. Neden hatırlıyordu tüm bunları? Bu kadar ayrıntıyı anımsamaya ne gerek vardı?
                Yok, bu böyle olmayacaktı. Salona geçti oturdu. Biraz sakinleşmesi gerekiyordu. Bir sigara daha yaktı. Gözü daldı o an karşısındaki koltuğa. Köşede duran masayı o kırmızı koltuğun önüne çeker film izlerlerdi. Bir keresinde Adam Sandler’ın bir filmini izlediler. Pek beğenmemişti filmi ama yine de o istedi diye izlemişti. Omzuna yaslanmış, elini tutmuştu filmi izlerken. Uykusu gelmişti ama çaktırmamaya çalışmıştı.
                Banyoya gitti elini yüzünü yıkamak için. Gözleri kızarmıştı hafiften, ağlamak istemiyordu. Yüzünü yıkadı. Kapının arkasındaki havluya uzandı. O an çamaşır makinesinin üzerinde duran, ortak kullandıkları gargaranın kutusu ilişti gözüne. Pembe.
                Dayanamıyordu artık. Evin her yerinden bir anı çıkıyor yavaş yavaş sinirleri bozuluyordu. Atmaya kıyamamıştı onca şeyi anısı var diye. O an anladı bunca zamandır evi neden temizlemediğini. Tozlarla beraber geçmişimi de örterim diye düşünüyordu. Kendi tozlarını kendi savurdu…