Güneşin doğuşunu görmemişti uzunca
zamandır. Sabahlara kadar oturuyor, gerekli gereksiz birçok işle uğraşıyordu
ama güneşin doğuşunu görmemişti. Sadece sabah olduğunu fark ediyordu. Sabah
oluyordu hala. Bazı insanların hayatlarında aydınlık günler başlıyordu. O ise
melankolisini bölmeden sabah olduğunu fark edince odasına gidiyor; kalın
kahverengi perdelerini çekiyor ve kendine yeni karanlıklar yaratıyordu. Uzunca
zamandır sabahlıyordu ama bir kez bile balkona çıkıp yeni günü koklamayı, görmeyi
denemedi. Ona göre günler yeni de olsa yeni şeyler getirmiyorlardı. İnsanlar
uyanırken o uykuya henüz yeni dalmış oluyor ve insanların haber bültenlerini
izlediği saatlerde kahvaltısını yapıyordu. İnsanların akşam yemeği yediği
saatlerde o kahvaltı sonrası çay ve sigara keyfi yapıyordu. Bu bile iyiye
işaret sayılırdı onun için. En azından hala bir şeylerin adını keyif ile
birlikte anabiliyordu. Sigara ve çay.
Bazı yerlerde hayatın başlıyor olması onu korkutuyordu. O da ortasından dalmayı
tercih ediyordu. Tam yeni başlayacak olduğu zamanlarda da o gününü
noktalıyordu. Yeni başlangıçlardan hoşlanmıyordu. Yeni birileriyle tanışmak
gibi yeni bir günle tanışmak. Güneşi selamlamak ama içten içe de amacını
sorgulamak. Kendi aralarında muhabbete başlayan kuşlara gülümsemek ama
onlarında topluluğun arasında kendi içlerinde muhabbet eden bir avuç insandan
farksız olduğunu düşünmek, sokakta gerinerek gezinmeye başlayan kedilerin ise
kendilerini olduklarından daha farklı göstermeye çalışan insanlara benzediğini
düşünmek… Yeni bir güne başlamak, yeni birileriyle tanışmak gibiydi onun için.
Kaçınıyordu olabildiğince. Tanışsaydı ne olacaktı.
Yine yeni bir güne “Merhaba” diyecekti. Sonrasında devamı gelecekti. Kuşları da
selamlayacaktı, kedileri de… Görmezden gelemeyecekti en ufak ayrıntıyı bile.
Başlarda mutlu edecekti yeni gün onu. Güneş ışıkları ile aydınlatacaktı
hayatını, kuşlar şarkı söyler gibi muhabbet edecekti onunla… İnsanlar
sokaklarda dolaşmaya başlayacaklardı. Kimi işe yetişme derdinde olacaktı,
kimisi yeni haber aldığı akrabasının hastalığı için hastaneye koşuşturuyor
olacaktı, kimisi bir cenaze evine gidiyordu belki de ya da bir düğün. Hepsi
kendi derdine düşmüş bir sürü insanın arasından yürüyüp gitmek zorunda
kalacaktı. Yeni gün bir sürü vaatte bulunacaktı sonra sorumluluk alıp
vaatlerini yerine getirmesi gereken zamanda yerini geceye bırakacaktı.
Getirdiği aydınlığı, kuşları, kedileri de kendisi ile birlikte götürecekti.
Tekrar karanlıkta ve yalnız kalacaktı. Yeni günde bir önceki gibi hatta ondan
da evvel ki gün gibi yalancı çıkacaktı.
Ne gerek vardı onca zahmete girip yeni günü tanımaya. O hala eskisini
yaşıyordu. Halinden de memnundu. Böylelikle anıları da onunla birlikte
kalıyordu. Uyuyordu, uyanıyordu ama bir anı bile değişmiyordu. Hep aynı günü
yaşıyordu. Yeni günü tanıyıp yeni yalanlara kanmaktansa, eski günün yalanlarını
kendi içinde yaşıyordu, kendi yalanlarıyla birlikte. En azından gözü
görmüyordu. Öyle ya, senelerce bu lafı duymuştu. Gözden ırak olan gönülden de
ırak olur. Olmuyordu. Hayatı boyunca öyle olmasını beklemişti ama hiç
olmamıştı. Gözden ırak olan anca kalbe yara oluyordu. Birde zamanla geçer,
zaman her şeyin ilacıdır diyenler vardı. O kişilerin ilaçla, zehir arasındaki
farkı bildiğine dair derin şüpheleri vardı. Uzaklık kalbinde yaralar açıp,
zaman zehriyle bunları büyütürken nasıl olur da bu sözlere inanabilirdi.
Hem yeni gün olmayınca yeniden hayaller kurmasına, kendi kendine umutlanmasına
da gerek kalmayacaktı. Yeni güne selam verirse o derece borçlu çıkacağını
biliyordu çünkü. Yeni değerler inşa edecek, üzerine yeni emekler koyacak, yeni
gün için değişmeye ona uyum sağlamaya zaman harcayacaktı. Sonra gün sıkılıp
yerini geceye devredince de bütün her şeyini toplayıp başladığı noktaya dönecek
ve her şeye sıfırdan başlayacaktı. Ne gerek vardı? Yaşadığı gün için inşa
ettikleri hazırda onu bekliyordu. O da hep aynı günü yaşıyordu.
Çok da zor olmuyordu. Gazete okumuyordu, evden çıkmıyordu, haberleri
seyretmiyordu zaten haberler onun kahvaltı saatine denk geldiği için iştah
kaçırıcı olabilirdi. Aynı günü yaşamaya devam ediyordu. O gün onu bırakıp
gideli çok zaman olmuştu ama o hala o günü yaşıyordu. O günün üzerine kurduğu
hayallerle, umutlarıyla, verdiği emeklerle birlikte o gün olmadan yaşıyordu. O
günü yaşıyordu onsuz da olsa. Yaşadıkça, nefes aldıkça daha fazla seviyordu o
günü. Elinde tek kalan oydu. Hala o günün getirdiği şarkıları dinliyordu
onunla olan anılarını taze tutabilmek için. İçten içe o da biliyordu ya…
Biliyordu ama dili varmıyordu söylemeye işte. O hala o günü yaşıyordu, o günün
yokluğunda. Onsuz!