Sabah saat
onu geçiyordu uyandığında. Az biraz gözünü araladı ve yatağının başucunda duran
komodinin üzerindeki kol saatine uzandı. Saate baktı. Tekrar uykuya dalmak
istemişti lakin uykusu da kaçmıştı. Zorla doğruldu yatakta, ayaklarını birden
aşağıya salıverdi. Terlikleri buldu. Ayağına geçirdi. Uykulu haliyle yine aynı
komodinin üzerinden saatin tam yanında duran sigara paketinden bir tane sigara
aldı. El yordamıyla çakmağı da bulup sigarasını yaktı. Bir iki nefes çektikten
sonra kalktı.
Ağır
adımlarla mutfağa doğru yürüdü. Çaydanlığı eline aldı, içine su koyup altını
yaktı. Biraz durdu mutfakta. Sokaktan gelen sesleri dinledi. Sonra balkona
doğru yöneldi. Tam karşı apartmanın büyük kapısının önünde bir kamyon durmuştu.
Birkaç adam içinden eşyaları apartmanın önüne indiriyor, diğerleri ise onları
alıp yukarı taşıyordu. Sokak çok dar bir sokaktı ve kamyonun orada duruyor
olması herhangi bir araba geldiğinde soruna neden oluyordu. Gelen araçların
şoförleri uzun uzun kornoya basıyor, yapılacak bir şey olmadığını fark
ettiklerinde ise önce geçmeye çalışıyor daha sonra da geri geri gidip sokaktan
çıkıyorlardı.
Çayın suyu
kaynamaya başlayınca mutfak dolabından çayı almak için uzandı. Çayı demledi.
Bir sigara daha yaktı. Balkona çıktı tekrardan. Bir nefes çekti sigaradan.
Sokağa indirilen eşyaların tam karşıdaki boş daireye taşındığını anladı. Sonra
çayın taştığını fark edip acele ile ocağın başına gidip altını kıstı. Çay
demlenirken ocağın solunda, kapının yanında duran buzdolabından kahvaltılıkları
çıkardı masanın üzerine. Her zaman oturduğu yere oturmadı bu sefer. Balkona
arkası dönük bir şekilde otururdu her zaman sofraya. Ama bu sefer balkonu
görebilecek gibi kapıyı arkasına alarak oturdu. Hamalların eşyaları evin
içerisine taşımasını izliyordu, bir yandan kahvaltısını yaparken.
Doğruldu
yerinden bir bardak daha çay koydu kendine. Kahvaltılıkları dizmeye başladı
tekrardan dolaba. Bir yandan da mutfak tezgahının üzerinde duran sigara
paketinden bir sigara daha aldı. Onu yakmaya çalışırken reçel kasesini elinden
düşürdü. Kendi kendine küfür etti önce. Daha sonra balkona doğru çevirdi
kafasını ve karşı apartmanın camından birinin ona doğru bakıp güldüğünü fark
etti. Önce kızdı, suratındaki bakıştan karşıdaki kişi de kızdığını anlamış
olacak ki gülmeyi kesti. Sonra artık yapılacak bir şey olmadığını fark edince o
da gülümsedi. Sonra kafasını çevirip yere baktı. Reçel yayılmıştı. Banyodan bir
bez alıp yerdekileri temizlemeye koyuldu. Temizlik bitince kafasını yine
balkona doğru çevirdi. Karşıdaki yine onu izliyordu. Kasten mi yapıyordu yoksa
sadece o baktığında mı göz göze geliyorlardı bir türlü çözememişti.
Duş aldı,
hazırlandı, evden çıktı. Hızlı adımlarla sokağın başındaki bakkala doğru
yürüdü. Sigara alacaktı. İşe geç kalmıştı. Haliyle acelesi de vardı. Saate
baktı, adımlarını biraz daha hızlandırdı. Bakkal tam o dar sokağın sonunda,
köşeyi dönünce sağda kalıyordu. Tam köşeyi dönerken tekrar saatine bakmak için
yeltendi ki birine çarptı. Durdu. Kafasını kaldırdığında onu gördü karşısında. Özür
diledi. Hızlıca yürümeye devam etti. Kafasını arkaya çevirdiğinde onun olduğu
yerden kendisine baktığını fark etti. Hemen önüne döndü, birkaç adım attıktan
sonra fark etti yüzündeki gülümsemeyi. Ne olduğunu da pek anlamadı.
****
Hiçbir
zaman sabahları sevmemişti. Ama o gün işe erken gitmesi gerekiyordu ve sabah
yedide zorla doğruldu yatağında. Kalktı. Yarı uyur yarı uyanık banyoya attı
kendini. Duşunu aldı, giyindi. Mutfağa gidip ısıtıcının düğmesine bastı.
Çocukluğundan beri sabahları erken kalkabilen, kalkar kalkmaz mutluluk saçan
biri olmamıştı. Hatta çoğunlukla öğlene kadar hiçbir şey yemez sadece sigara
içerdi. Isıtıcının kaynamasını beklerken birden camdan dışarı baktı. Karşıdaki, üzerinde komik bir mutfak önlüğüyle mutfakta bir yandan dans edip bir yandan
kahvaltı hazırlıyordu kendine. Gülümsedi. O sırada karşıdaki de onun baktığını
görüp durdu. O da gülümsedi. Biraz utanmıştı. Suratındaki gülümsemeden bile
belli oluyordu.
Mutfak
dolabından büyükçe bir kupa çıkardı. İçine iki tatlı kaşığı dolusu kahve koydu.
Kaynayan sudan ekledi üzerine. Tadına baktı. Sonra biraz daha kahve ekledi.
Ayılması gerekiyordu. Yine geçti kapıya arkası dönük, balkondan dışarıyı
görebilecek bir şekilde oturdu. Bir de sigara yaktı kahvenin yanına. O sırada
karşıdaki ona doğru bakıyordu, bir anda elindeki tavayı işaret etti ve
gülümsedi. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı. Anlam veremeyen gözlerle ona
doğru bakıyordu. Bu sefer karşıdaki el kol hareketleriyle anlattı derdini.
Yemek isteyip istemeyeceğini soruyordu. O da gülümsedi. Sonrasında dudaklarını
hafif büzüp kafasını iki yana doğru salladı.
****
Akşam işten
geç vakitte dönmüştü. Oldukça yorgundu ve eve girer girmez ayağında resmen
ağırlık yapmaya başlayan ayakkabılarını bir köşeye fırlattı. Sinirliydi ve kötü
bir gün geçirmişti. Karnı açtı. Hızlıca üstünü değiştirip mutfağa gitti.
Buzdolabını açtı, kapadı, yiyecek bir şey yoktu. Salona geçti. Açlığı dayanılır
gibi değildi. Bir süre sonra bir daha mutfağa yöneldi. Çekmecelere baktı ama
oradan da bir şey çıkmadı.
Karşıdaki
mutfağında ışığı yanıyordu. Loş bir ışık vardı orada. Karşıdaki elinde bir
kadeh ile camın önüne kurulmuş olan biteni izliyordu. Onu fark edince gülümsedi
zoraki bir şekilde. Sonra bir şey bulamayınca mutfakta kalkıp tekrardan salona
geçti. Oturdu, televizyonu açtı, bir sigara içti, tam televizyon karşısında
uyuklamaya başlıyordu ki kapı çaldı. Kısa bir zil sesi. Gidip kapıya baktı
kimse yoktu. Paspasın üzerine bir tepsi içerisinde, bir tabak yemek ile bir
kadeh şarap bırakılmıştı. Bir de küçük not: Afiyet Olsun.
Şaşırdı, ne
yapacağını bilemedi. Bir süre apartmanda merdivenlerden aşağıya doğru baktı ama
kimseyi göremedi. Sonra elindeki tepsiyle öylece olduğu yerde kalakaldı. Kapıyı
kapattı bir süre sonra. Elindeki tepsiyi götürüp salondaki geniş sehpanın
üzerine bıraktı. Bir sigara yaktı. Tepsideki kadehi aldı eline, bir yudum aldı
şaraptan. Sonra mutfağa gidip karşıdakine bakmak geldi aklına. Elinde kadehle
gitti mutfağa. Karşıdaki olduğu yerden onu izliyordu. Onun şaşkın şaşkın
baktığını fark edince kadehini kaldırdı ona doğru ve gülümsedi.
****
Tabaklar ve
tepsi mutfakta öylece duruyordu. Aradan birkaç zaman geçmişti ama nasıl götürüp
vereceğini, ne diyeceğini bilemiyordu. En sonunda izin gününde bir cesaret ile
birkaç bir şey hazırlayıp tabakları doldurup götürmeye karar verdi. Önce güzel
kurabiyeler yapmayı denedi ama çok başarılı olmamıştı. Sonra kek, o da
kabarmadı. En son sinirlenip, anahtarını alıp çıktı evden. Yakınlardaki
pastaneye gitti. Kurabiye kek gibi şeyler alıp geldi eve. Onları tabaklara
koydu. Kadehin içerisine de dolaptan çıkardığı şaraptan dolduracaktı ki son
anda vazgeçti. Şişeyi olduğu gibi tepsinin içerisine koydu. Anahtarını cebine
atıp elindeki tepsiyle çıktı sokağa ve diğer apartmana girdi. Hızlıca çıktı
merdivenleri. Onun oturduğu kata geldiğinde nefes nefese kalmıştı.
Kapıyı
çaldı. Bir süre bekledi. Açan olmadı. Bir kez daha çaldı. Sonra içeriden ayak
sesleri duyuldu. Kapı açıldı. Karşıdaki ona bakıp gülümsedi bir an, sonra içeri
girmesini söylermişçesine kapının ağzından çekildi ve eliyle gel diye işaret
etti.
Salona
geçip birlikte oturdular. Elindeki tepsiyi masanın üzerine bıraktı. Ev sahibi
mutfaktan bir kadeh daha getirip şarap doldurdu iki kadehe de… Ve kadehini ona
doğru kaldırdı.
****
Bir zaman
sonra birbirlerine camdan selam vermek yerine, canları sıkıldıklarında kapıyı
çalar olmuşlardı. Bir gün biri elinde kurabiyeler ve şarapla gidiyor, öbür gün
diğeri… Sohbet saatlerce sürüyor ama birbirlerinden sıkılmıyorlardı. Gecenin
ilerleyen saatlerinde sözcükler bakışlara, bakışlar öpüşlere, öpüşler
dokunuşlara dönüyor, en sonunda sarılıp uyumanın verdiği huzuru keşfediyorlardı
birlikte. Böyle böyle günler ayları, aylar yılları kovalıyor, zamanın nasıl
geçtiğini ikisi de anlamıyordu.
****
Evvel zaman
içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken, ben anamın
beşiğini tıngır mıngır sallar iken, anam düştü beşikten, babam atladı geçti
eşikten… Günlerden bir gün…
Günlerden
herhangi bir gündü işte. Mühim değil. Bu hikaye de aslında her hikaye gibi
biraz masal gibi başlamıştı. Tam baş karakterimiz dara düştüğünde iyiliğin
içerisinden çıkıp gelen kahramanımız kurtarmıştı başkarakterimizi.
Yalnızlığın
tam orta yerinde oturuyordu baş karakterimiz, Çocuk. İsmi Çocuk. Yalnızlığın tam
orta yerinde oturuyordu Çocuk. Çevresini saran hiçbir şey, hiç kimse yok. Göz
alabildiğine boşluk. Güneşin gün doğumunda tam olarak nereden çıktığını ve gün
batımında nereye gittiğini bile söylemek zordu onun için. Havanın aydınlığından
anlıyordu sabah olduğunu ve başlıyordu yürümeye. Başlayan her masal mutlu sonla
bitmiyor, büyük bir çoğunluğu kötülüğe ve karanlığa doğru devam ediyordu. Ve
hayat her zaman bekliyordu bir parça şeker vermek için elindeki her şeyden
olmanı.
Yalnızlığın
tam orta yerinde oturuyordu Çocuk. Gidişlere ve bitişlere anlam veremeden…