23 Ekim 2014 Perşembe

YARIM

            Sabah saat onu geçiyordu uyandığında. Az biraz gözünü araladı ve yatağının başucunda duran komodinin üzerindeki kol saatine uzandı. Saate baktı. Tekrar uykuya dalmak istemişti lakin uykusu da kaçmıştı. Zorla doğruldu yatakta, ayaklarını birden aşağıya salıverdi. Terlikleri buldu. Ayağına geçirdi. Uykulu haliyle yine aynı komodinin üzerinden saatin tam yanında duran sigara paketinden bir tane sigara aldı. El yordamıyla çakmağı da bulup sigarasını yaktı. Bir iki nefes çektikten sonra kalktı.

            Ağır adımlarla mutfağa doğru yürüdü. Çaydanlığı eline aldı, içine su koyup altını yaktı. Biraz durdu mutfakta. Sokaktan gelen sesleri dinledi. Sonra balkona doğru yöneldi. Tam karşı apartmanın büyük kapısının önünde bir kamyon durmuştu. Birkaç adam içinden eşyaları apartmanın önüne indiriyor, diğerleri ise onları alıp yukarı taşıyordu. Sokak çok dar bir sokaktı ve kamyonun orada duruyor olması herhangi bir araba geldiğinde soruna neden oluyordu. Gelen araçların şoförleri uzun uzun kornoya basıyor, yapılacak bir şey olmadığını fark ettiklerinde ise önce geçmeye çalışıyor daha sonra da geri geri gidip sokaktan çıkıyorlardı.

            Çayın suyu kaynamaya başlayınca mutfak dolabından çayı almak için uzandı. Çayı demledi. Bir sigara daha yaktı. Balkona çıktı tekrardan. Bir nefes çekti sigaradan. Sokağa indirilen eşyaların tam karşıdaki boş daireye taşındığını anladı. Sonra çayın taştığını fark edip acele ile ocağın başına gidip altını kıstı. Çay demlenirken ocağın solunda, kapının yanında duran buzdolabından kahvaltılıkları çıkardı masanın üzerine. Her zaman oturduğu yere oturmadı bu sefer. Balkona arkası dönük bir şekilde otururdu her zaman sofraya. Ama bu sefer balkonu görebilecek gibi kapıyı arkasına alarak oturdu. Hamalların eşyaları evin içerisine taşımasını izliyordu, bir yandan kahvaltısını yaparken.

            Doğruldu yerinden bir bardak daha çay koydu kendine. Kahvaltılıkları dizmeye başladı tekrardan dolaba. Bir yandan da mutfak tezgahının üzerinde duran sigara paketinden bir sigara daha aldı. Onu yakmaya çalışırken reçel kasesini elinden düşürdü. Kendi kendine küfür etti önce. Daha sonra balkona doğru çevirdi kafasını ve karşı apartmanın camından birinin ona doğru bakıp güldüğünü fark etti. Önce kızdı, suratındaki bakıştan karşıdaki kişi de kızdığını anlamış olacak ki gülmeyi kesti. Sonra artık yapılacak bir şey olmadığını fark edince o da gülümsedi. Sonra kafasını çevirip yere baktı. Reçel yayılmıştı. Banyodan bir bez alıp yerdekileri temizlemeye koyuldu. Temizlik bitince kafasını yine balkona doğru çevirdi. Karşıdaki yine onu izliyordu. Kasten mi yapıyordu yoksa sadece o baktığında mı göz göze geliyorlardı bir türlü çözememişti.

            Duş aldı, hazırlandı, evden çıktı. Hızlı adımlarla sokağın başındaki bakkala doğru yürüdü. Sigara alacaktı. İşe geç kalmıştı. Haliyle acelesi de vardı. Saate baktı, adımlarını biraz daha hızlandırdı. Bakkal tam o dar sokağın sonunda, köşeyi dönünce sağda kalıyordu. Tam köşeyi dönerken tekrar saatine bakmak için yeltendi ki birine çarptı. Durdu. Kafasını kaldırdığında onu gördü karşısında. Özür diledi. Hızlıca yürümeye devam etti. Kafasını arkaya çevirdiğinde onun olduğu yerden kendisine baktığını fark etti. Hemen önüne döndü, birkaç adım attıktan sonra fark etti yüzündeki gülümsemeyi. Ne olduğunu da pek anlamadı.


****

            Hiçbir zaman sabahları sevmemişti. Ama o gün işe erken gitmesi gerekiyordu ve sabah yedide zorla doğruldu yatağında. Kalktı. Yarı uyur yarı uyanık banyoya attı kendini. Duşunu aldı, giyindi. Mutfağa gidip ısıtıcının düğmesine bastı. Çocukluğundan beri sabahları erken kalkabilen, kalkar kalkmaz mutluluk saçan biri olmamıştı. Hatta çoğunlukla öğlene kadar hiçbir şey yemez sadece sigara içerdi. Isıtıcının kaynamasını beklerken birden camdan dışarı baktı. Karşıdaki, üzerinde komik bir mutfak önlüğüyle mutfakta bir yandan dans edip bir yandan kahvaltı hazırlıyordu kendine. Gülümsedi. O sırada karşıdaki de onun baktığını görüp durdu. O da gülümsedi. Biraz utanmıştı. Suratındaki gülümsemeden bile belli oluyordu.

            Mutfak dolabından büyükçe bir kupa çıkardı. İçine iki tatlı kaşığı dolusu kahve koydu. Kaynayan sudan ekledi üzerine. Tadına baktı. Sonra biraz daha kahve ekledi. Ayılması gerekiyordu. Yine geçti kapıya arkası dönük, balkondan dışarıyı görebilecek bir şekilde oturdu. Bir de sigara yaktı kahvenin yanına. O sırada karşıdaki ona doğru bakıyordu, bir anda elindeki tavayı işaret etti ve gülümsedi. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı. Anlam veremeyen gözlerle ona doğru bakıyordu. Bu sefer karşıdaki el kol hareketleriyle anlattı derdini. Yemek isteyip istemeyeceğini soruyordu. O da gülümsedi. Sonrasında dudaklarını hafif büzüp kafasını iki yana doğru salladı.


****

            Akşam işten geç vakitte dönmüştü. Oldukça yorgundu ve eve girer girmez ayağında resmen ağırlık yapmaya başlayan ayakkabılarını bir köşeye fırlattı. Sinirliydi ve kötü bir gün geçirmişti. Karnı açtı. Hızlıca üstünü değiştirip mutfağa gitti. Buzdolabını açtı, kapadı, yiyecek bir şey yoktu. Salona geçti. Açlığı dayanılır gibi değildi. Bir süre sonra bir daha mutfağa yöneldi. Çekmecelere baktı ama oradan da bir şey çıkmadı.

            Karşıdaki mutfağında ışığı yanıyordu. Loş bir ışık vardı orada. Karşıdaki elinde bir kadeh ile camın önüne kurulmuş olan biteni izliyordu. Onu fark edince gülümsedi zoraki bir şekilde. Sonra bir şey bulamayınca mutfakta kalkıp tekrardan salona geçti. Oturdu, televizyonu açtı, bir sigara içti, tam televizyon karşısında uyuklamaya başlıyordu ki kapı çaldı. Kısa bir zil sesi. Gidip kapıya baktı kimse yoktu. Paspasın üzerine bir tepsi içerisinde, bir tabak yemek ile bir kadeh şarap bırakılmıştı. Bir de küçük not: Afiyet Olsun.

            Şaşırdı, ne yapacağını bilemedi. Bir süre apartmanda merdivenlerden aşağıya doğru baktı ama kimseyi göremedi. Sonra elindeki tepsiyle öylece olduğu yerde kalakaldı. Kapıyı kapattı bir süre sonra. Elindeki tepsiyi götürüp salondaki geniş sehpanın üzerine bıraktı. Bir sigara yaktı. Tepsideki kadehi aldı eline, bir yudum aldı şaraptan. Sonra mutfağa gidip karşıdakine bakmak geldi aklına. Elinde kadehle gitti mutfağa. Karşıdaki olduğu yerden onu izliyordu. Onun şaşkın şaşkın baktığını fark edince kadehini kaldırdı ona doğru ve gülümsedi.


****

            Tabaklar ve tepsi mutfakta öylece duruyordu. Aradan birkaç zaman geçmişti ama nasıl götürüp vereceğini, ne diyeceğini bilemiyordu. En sonunda izin gününde bir cesaret ile birkaç bir şey hazırlayıp tabakları doldurup götürmeye karar verdi. Önce güzel kurabiyeler yapmayı denedi ama çok başarılı olmamıştı. Sonra kek, o da kabarmadı. En son sinirlenip, anahtarını alıp çıktı evden. Yakınlardaki pastaneye gitti. Kurabiye kek gibi şeyler alıp geldi eve. Onları tabaklara koydu. Kadehin içerisine de dolaptan çıkardığı şaraptan dolduracaktı ki son anda vazgeçti. Şişeyi olduğu gibi tepsinin içerisine koydu. Anahtarını cebine atıp elindeki tepsiyle çıktı sokağa ve diğer apartmana girdi. Hızlıca çıktı merdivenleri. Onun oturduğu kata geldiğinde nefes nefese kalmıştı.
            Kapıyı çaldı. Bir süre bekledi. Açan olmadı. Bir kez daha çaldı. Sonra içeriden ayak sesleri duyuldu. Kapı açıldı. Karşıdaki ona bakıp gülümsedi bir an, sonra içeri girmesini söylermişçesine kapının ağzından çekildi ve eliyle gel diye işaret etti.

            Salona geçip birlikte oturdular. Elindeki tepsiyi masanın üzerine bıraktı. Ev sahibi mutfaktan bir kadeh daha getirip şarap doldurdu iki kadehe de… Ve kadehini ona doğru kaldırdı.

****

            Bir zaman sonra birbirlerine camdan selam vermek yerine, canları sıkıldıklarında kapıyı çalar olmuşlardı. Bir gün biri elinde kurabiyeler ve şarapla gidiyor, öbür gün diğeri… Sohbet saatlerce sürüyor ama birbirlerinden sıkılmıyorlardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde sözcükler bakışlara, bakışlar öpüşlere, öpüşler dokunuşlara dönüyor, en sonunda sarılıp uyumanın verdiği huzuru keşfediyorlardı birlikte. Böyle böyle günler ayları, aylar yılları kovalıyor, zamanın nasıl geçtiğini ikisi de anlamıyordu.


                                                                       ****

            Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, anam düştü beşikten, babam atladı geçti eşikten… Günlerden bir gün…

            Günlerden herhangi bir gündü işte. Mühim değil. Bu hikaye de aslında her hikaye gibi biraz masal gibi başlamıştı. Tam baş karakterimiz dara düştüğünde iyiliğin içerisinden çıkıp gelen kahramanımız kurtarmıştı başkarakterimizi.

            Yalnızlığın tam orta yerinde oturuyordu baş karakterimiz, Çocuk. İsmi Çocuk. Yalnızlığın tam orta yerinde oturuyordu Çocuk. Çevresini saran hiçbir şey, hiç kimse yok. Göz alabildiğine boşluk. Güneşin gün doğumunda tam olarak nereden çıktığını ve gün batımında nereye gittiğini bile söylemek zordu onun için. Havanın aydınlığından anlıyordu sabah olduğunu ve başlıyordu yürümeye. Başlayan her masal mutlu sonla bitmiyor, büyük bir çoğunluğu kötülüğe ve karanlığa doğru devam ediyordu. Ve hayat her zaman bekliyordu bir parça şeker vermek için elindeki her şeyden olmanı.

            Yalnızlığın tam orta yerinde oturuyordu Çocuk. Gidişlere ve bitişlere anlam veremeden…