Aslında
her şey çok çok önceden başlamıştı. Yok ya, o kadar da eski değil. Daha yeni.
Aslında her şey senin gidişinle beraber başladı belki de; ya da yeni yeni su
yüzüne çıkıyor önceden beri içimde biriktirdiklerim. Yaşantım gibi kelimelerim,
cümlelerim de dağınık, zihnim onları toparlamaya yetmiyor.
Ben
kendimi bildim bileli pek sevmem kırmızıyı. Ama son günlerde en çok gördüğüm
renklerden biri de o. Uzun koridorun sonunda bir kapı, kapının tam önünde
durduğun zaman solunda kalan iki tane kırmızı çekyat ve bu çekyatların bir
tanesinin tepesinde geçen bir ömür. Tünemiş bir baykuş gibi günlerdir orada
oturan ben. Eski bir kitaplık var, hali kötü, ayakta zor duruyor, annemin çeyiz
sandığının üzerine koyulmuş eski bir de televizyon. Sürekli kapalı, umurumda da
değil aslında, son zamanlar da oldukça umarsızım.
Bazı
şeyler hiç değişmiyor. Mesela ben iki sene önce yine aynı şekilde bu çekyatın
tepesinde tünemiş, hayatıma bir şekilde devam etmenin yollarını arıyordum. Arka
fonda yine benzer şarkılar çalıyor, aklımdan yine benzer filmler geçiyordu. Ve
ben yine benzer bir ayrılığın acılarını üzerinden atmaya çalışıyordum. Mesafeler
yüzünden biten ilişkiler… Ne kadar garip değil mi? İnsanın sevgisi mesafe
yüzünden biter mi hiç? Ama oluyor. Bitebiliyor elbette.
Bazı
şeyler gerçekten hiç değişmiyor. Mesela annemin evinde hep aynı koku olur. Ben
çocukluğumdan beri bu kokunun tam olarak ne olduğunu çözemedim. Ama hep aynı
koku. Ve bu koku uzunca zamanlar güveni çağrıştırdı bana. Hep ‘evde’ olma duygusu.
Şimdiler de ise ‘kaybolmayı’ çağrıştırıyor bana. Kayıpmış gibi hissediyorum.
Zaman
zaman sanki kendime müdahale edemiyormuş gibi hissediyorum. Doluya koyuyorum
almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. İki uçlu boklu değnek misali. Ne yöne gitsem
sanki daha çok batıyor gibi hissediyorum. Mesela bu his de hiç değişmiyor.
Zaman zaman, belirli aralıklarla gelip yokluyor beni. İşte tam o zamanlar da
çöküşe geçiyorum; çünkü elimi neye atsam parçalanacakmış gibi hissediyorum.
Tam
bunun ardından kayıplarım gelir aklıma, sen, o, diğerleri, arkadaş dediklerim.
İşte o anda biterim ben aslında. Dibe vurduğum noktadır o. Dibe vururum ve bir
süre orada kalırım. Hoşuma mı gidiyor inan bunu bende bilmiyorum. Garip değil
mi?
E her
dibe vuruşun da bir çıkışı var elbet bu hayatta. Dört elle sarılırım yaşama ve
sonra yeniden başlarım senin, onun, diğerlerinin, arkadaş dediklerimin
yıktıklarını tekrardan inşa etmeye. Ne de olsa biri gelip yıkacak tekrardan.
Hazır bulması gerek. Gerçekten bazı şeyler hiç değişmiyor hayatta.
Hayatta
bazı şeyler var ki çok çabuk değişiyor. Mesela yüzüme kondurduğun gülümseme
gibi. O kadar çabuk siliniyor ki ardından izini arar oluyorsun. Gerçekler gibi.
Gerçekler ne kadar çabuk anılara dönüşüveriyorlar sen bile anlamıyorsun. Mesela
ne kadar gerçekti senin arkadaşınla telefonda konuştuğum gün… Ya da ne kadar
gerçekti evde saçlarımı kesmeni istediğim gün. Ne kadar gerçekti beni öpmen.
Şimdi ise ne kadar ‘anılar’. Arada bir hafızamı zorluyorum içinden bunları
çıkarmak için. Eğer niye zorluyorsun diye soracak olursan, bu oyunun kuralı
böyle. O anılar zaman zaman hafızadan çıkarılır, insan onları bir bir önüne
serer, sonra da oturur, onlara bakar, üzülür. Bu oyun böyle oynanır.
Önceden
balkona çıkıp baktığım zaman karşı tepede uzanan mezarlığın boy boy ağaçlarını
görürdüm. Şimdi aramıza lanet olası bir apartman dikmişler artık onları
göremiyorum. Halbuki o ağaçlar anlatırdı bana bitişlere, yitişlere rağmen
hayatın devam ettiğini. Şimdi ise hayatın devam ettiğini o apartmanda oturan
teyzelerden birini balkonda görünce anlamak zorundayım. Ne kadar acı değil mi?
Aslında değil. Ama öyle.
Bir
telefonun konuşmasının insana bunca şeyi sorgulatması ne kadar garip değil mi?
Ben de değişmişim mesela. Önceden olsa kızardım, bağırırdım, çağırırdım hatta
kıyameti koparırdım. Hiç birini yapamadım. Dilim tutulmuş gibi öylece
kalakaldım. İlk kez kızgınlığa baskın çıktı üzüntüm. Üzüntümü dizginleyemedim
bu sefer. Ben savaşırdım, savaşırım. Ama uğruna savaşılacak bir şey olmayınca
insan neden savaşır ki? Savaşı daha hiç başlamadan bitiren, teslim olan biri
vardı karşımda. Ben de bittim işte savaşılmayan savaşla birlikte.
Bazı
şeyler çok çabuk değişiyor. Bazı şeyler ise neredeyse hiç değişmiyor, tadı hep
aynı. Acı. Unutulmuyor, bisiklete binmek gibi…