18 Temmuz 2013 Perşembe

Kendine İyi Bak Deme. Denmez. Saçma.

               
                Aslında her şey çok çok önceden başlamıştı. Yok ya, o kadar da eski değil. Daha yeni. Aslında her şey senin gidişinle beraber başladı belki de; ya da yeni yeni su yüzüne çıkıyor önceden beri içimde biriktirdiklerim. Yaşantım gibi kelimelerim, cümlelerim de dağınık, zihnim onları toparlamaya yetmiyor.
                Ben kendimi bildim bileli pek sevmem kırmızıyı. Ama son günlerde en çok gördüğüm renklerden biri de o. Uzun koridorun sonunda bir kapı, kapının tam önünde durduğun zaman solunda kalan iki tane kırmızı çekyat ve bu çekyatların bir tanesinin tepesinde geçen bir ömür. Tünemiş bir baykuş gibi günlerdir orada oturan ben. Eski bir kitaplık var, hali kötü, ayakta zor duruyor, annemin çeyiz sandığının üzerine koyulmuş eski bir de televizyon. Sürekli kapalı, umurumda da değil aslında, son zamanlar da oldukça umarsızım.
                Bazı şeyler hiç değişmiyor. Mesela ben iki sene önce yine aynı şekilde bu çekyatın tepesinde tünemiş, hayatıma bir şekilde devam etmenin yollarını arıyordum. Arka fonda yine benzer şarkılar çalıyor, aklımdan yine benzer filmler geçiyordu. Ve ben yine benzer bir ayrılığın acılarını üzerinden atmaya çalışıyordum. Mesafeler yüzünden biten ilişkiler… Ne kadar garip değil mi? İnsanın sevgisi mesafe yüzünden biter mi hiç? Ama oluyor. Bitebiliyor elbette.
                Bazı şeyler gerçekten hiç değişmiyor. Mesela annemin evinde hep aynı koku olur. Ben çocukluğumdan beri bu kokunun tam olarak ne olduğunu çözemedim. Ama hep aynı koku. Ve bu koku uzunca zamanlar güveni çağrıştırdı bana. Hep ‘evde’ olma duygusu. Şimdiler de ise ‘kaybolmayı’ çağrıştırıyor bana. Kayıpmış gibi hissediyorum.
                Zaman zaman sanki kendime müdahale edemiyormuş gibi hissediyorum. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. İki uçlu boklu değnek misali. Ne yöne gitsem sanki daha çok batıyor gibi hissediyorum. Mesela bu his de hiç değişmiyor. Zaman zaman, belirli aralıklarla gelip yokluyor beni. İşte tam o zamanlar da çöküşe geçiyorum; çünkü elimi neye atsam parçalanacakmış gibi hissediyorum.
                Tam bunun ardından kayıplarım gelir aklıma, sen, o, diğerleri, arkadaş dediklerim. İşte o anda biterim ben aslında. Dibe vurduğum noktadır o. Dibe vururum ve bir süre orada kalırım. Hoşuma mı gidiyor inan bunu bende bilmiyorum. Garip değil mi?
                E her dibe vuruşun da bir çıkışı var elbet bu hayatta. Dört elle sarılırım yaşama ve sonra yeniden başlarım senin, onun, diğerlerinin, arkadaş dediklerimin yıktıklarını tekrardan inşa etmeye. Ne de olsa biri gelip yıkacak tekrardan. Hazır bulması gerek. Gerçekten bazı şeyler hiç değişmiyor hayatta.  
                Hayatta bazı şeyler var ki çok çabuk değişiyor. Mesela yüzüme kondurduğun gülümseme gibi. O kadar çabuk siliniyor ki ardından izini arar oluyorsun. Gerçekler gibi. Gerçekler ne kadar çabuk anılara dönüşüveriyorlar sen bile anlamıyorsun. Mesela ne kadar gerçekti senin arkadaşınla telefonda konuştuğum gün… Ya da ne kadar gerçekti evde saçlarımı kesmeni istediğim gün. Ne kadar gerçekti beni öpmen. Şimdi ise ne kadar ‘anılar’. Arada bir hafızamı zorluyorum içinden bunları çıkarmak için. Eğer niye zorluyorsun diye soracak olursan, bu oyunun kuralı böyle. O anılar zaman zaman hafızadan çıkarılır, insan onları bir bir önüne serer, sonra da oturur, onlara bakar, üzülür. Bu oyun böyle oynanır.
                Önceden balkona çıkıp baktığım zaman karşı tepede uzanan mezarlığın boy boy ağaçlarını görürdüm. Şimdi aramıza lanet olası bir apartman dikmişler artık onları göremiyorum. Halbuki o ağaçlar anlatırdı bana bitişlere, yitişlere rağmen hayatın devam ettiğini. Şimdi ise hayatın devam ettiğini o apartmanda oturan teyzelerden birini balkonda görünce anlamak zorundayım. Ne kadar acı değil mi? Aslında değil. Ama öyle.
                Bir telefonun konuşmasının insana bunca şeyi sorgulatması ne kadar garip değil mi? Ben de değişmişim mesela. Önceden olsa kızardım, bağırırdım, çağırırdım hatta kıyameti koparırdım. Hiç birini yapamadım. Dilim tutulmuş gibi öylece kalakaldım. İlk kez kızgınlığa baskın çıktı üzüntüm. Üzüntümü dizginleyemedim bu sefer. Ben savaşırdım, savaşırım. Ama uğruna savaşılacak bir şey olmayınca insan neden savaşır ki? Savaşı daha hiç başlamadan bitiren, teslim olan biri vardı karşımda. Ben de bittim işte savaşılmayan savaşla birlikte.         
                Bazı şeyler çok çabuk değişiyor. Bazı şeyler ise neredeyse hiç değişmiyor, tadı hep aynı. Acı. Unutulmuyor, bisiklete binmek gibi…