Aldattım. Aldatıldım diye değil. Sinirimden ya da kimseye
olan kinimden ötürü değil. Öç almak değildi niyetim, kimseyi kırmak da
istemedim. Kimisinin tenini koklamadım ama aldattım. Hem kendimi aldattım hem
de insanları. Olur sandım her seferinde. Bir daha aynı yola çıkmayacağım, aynı
engellere takılmayacağım. Aynı mumu güneş sanıp ışığına aldanmayacağım. Üzerime
sıçrayan çamuru temizleyeceğim, elbet ölü toprağından silkelenip yeni bir
hayata başlayacağım. Çevremi saran karanlığı boğarım sandım, gün gelir karanlık
benden korkar. Belli mi olur? İş bu ya. Aynı havalara kanmam, aynı yaraları
kanatmam dedim her seferinde.
Bir kahvede
buluştum kimisi ile. Öptüm. Ellerini tuttum. Yumuşak, narin, suçsuz. Kimisinin parmakları
uzundu. Seninkiler gibi. Kalbime dokunmaya çalıştılar. Dokunduklarını sandılar.
Bende öyle sandım ne yalan söyleyeyim. Edilen iki çift kelam ile kalbimi açarım
sandım. Hatta kalbimi açtım sandıklarım da olmadı değil. İşte bu sefer yolu
tutturdum deyip, gözlerimi kapadım beni götürsünler diye. Varacağım yer elbet
meçhul, bilinmez. Gitmek istedim yine de. Uzak olsun. Kokmasın. Hemen açtım
gözlerimi. Korktum elbet. Gitmekten değil. Gözlerimi kapatınca gözümün önünde
belire resimden. Kaçtım. Kaçtılar. Kimisi fark etti. Kimisi görmezden geldi. Kimisi
gitti. Ben hep kaldım.
İnat etti
kimisi. Uzattı elini. Bilmeden de olsa çekip çıkarmayı denedi beni içinde
olduğum karanlık kuyudan. Seslendikçe kaçtım. Kimisinin elini tuttum, yukarı
çekmesine izin verirmiş gibi. Zamanla anladım ki kuyuyu seviyordum. Karanlık da
olsa, bataklık da olsa, nemli de olsa kuyu benimdi. Bana ait olan tek şeydi.
Kimisi başardı
çekti, çıkardı içinde olduğum durumdan beni. Öptü, kokladı. Yaralarımı sarmayı
denedi en başta. Küçücük de olsa başardı elbet. Acılarım hafifledikçe sevdim
içinde olduğum durumu ve belirttim “ seni seviyorum!”. Evet. Yalan söyledim. Sevmiyordum.
İçinde bulunduğum durumu daha çok seviyordum. Sonra kendi yalanımdan korkup
kaçıp saklandım kuyuma. Derinlerde bir yerde hala o kuyuyu özlüyordum.
Kimisi çekip
çıkardıktan sonra bırakıp gitti. Kuyuyu kıskanmadı elbet ama beni anlayamadı. Kayıp
bir ruhun peşinden koşup gitmek istemediler herhalde. Yoruldular, yıldılar. Kim
bilir onların kuyusu neredeydi. Kendi kuyularına geri döndüler bir bir.
Kimisi sardı
sarmaladı. Bende kayıtsız kalmadım. Öptüm. Kokladım boyunlarından. Kayboldum bazı
geceler tenlerinin sıcaklıklarında. Ellerimi gezdirdikçe terledim. Terim terine
karıştı kimisinin ama hiç kimsenin nefesinde kaybolmadım, kaybolamadım. İsterdim
elbet, biri nefesinde içine çeksin beni. Her hücresine dağılsın kokum. Belki de
dağıldı. Bilemedim. Ama ben kuyunun nemli havasını taşıdım hep içimde. Hücrelerim
de. Başka kimsenin girmesine izin vermedim, istesem de veremedim.
Hayallerimi
anlattım kimisine uzun uzun. Eğer hayallerimin/hayallerinin bir parçası
olabilirsem elbet hayatının da bir parçası olmanın yolunu bulabilirim diye. Çok
benzer hayalleri olanlar da çıktı elbet aralarından. Hatta beni hayallerine
dahil edenler de. Beni isteyenler, beni yanlarında, yollarında görmek
isteyenler de. Bir türlü olmadı, olamadı. Hep yarım kaldı. Kimisi de yadırgadı
beni, hayallerimi. Onların bile hayatının bir parçası olmak istedim. Denedim de.
Denemedim dersem yalan söylemiş olurum. Ama rutubet kokusu sinmişti bir kere
üzerime ve çıkmıyordu, gitmiyordu.
Kimisi
bir fırtınanın parçası oldu bilmeden. Harcanıp gitti. Uzaklara savruldu. Kimisi
durgun bir limanda ömür tüketti. Bekledi dalgalar gelsin diye. Çürüdü gitti. Kimisi
paylaşmak istedi hayatın yükünü, altında ezildi ekledikleriyle. Kimisi kimisi
dedim ama hepsinin ortak bir yanı vardı elbet. Suçsuzlardı. Bilmiyorlardı. Ben kuyuyu
seviyordum. Rutubetli, ıslak… Bir hayır gelmeyecek, karanlık kuyuyu.
Aldattım
elbet. Hem de çok kez. Ama kuyuyu değil. Kendimi. Diğerlerini. Kuyuyu değil.