Karanlık ve uzun bir yolda yürüyordu ağır adımlarla. Yol hafif yokuş, sokak lambaları da loş; karanlığı aydınlatmaya yetmiyordu onlar da. Yetişemiyordu karanlığın hızına. Yorgun görünüyordu dışarıdan bakınca. Nefes nefese kalmıştı sanki, duraksıyordu her bir adımından sonra. Arada kafasını kaldırıyor, çevresindeki binalara bakıyordu. Hiçbir evden ışık gelmiyordu sokağa. Herkes ya uyumuştu, ya evde yoktu ya da yok olmuşlardı. Sanki birdenbire aşina olduğu her şey, herkes yok olmuştu. Aslında senelerdir gelip gittiği, hatta ezbere bildiği bu yol bile bir anda silinmişti sanki zihninden.
Bir adım daha attı. Bu sefer daha uzun durdu olduğu yerde.
Kafasını yukarı doğru kaldırdı. Gökyüzüne baktı önce. Gökyüzü önceden de böyle
mi görünüyordu? Gecenin karanlık mavisi ile kızıla çalan bu rengin karışımını
daha önce de görmüş müydü? Yıldızlar peki? Yıldızlar hep bu kadar az mıydı?
Daha önceleri daha çok gösteriyordu kendini bu yıldızlar. Azalmış mıydı
yıldızlar da? Kafasını biraz daha eğdi. Önce solda duran büyük sarı apartmana
baktı. Apartmanın önünde girişin hemen solunda bulunan ufak tümsekte en az
dokuz on tane kedi orada yatıyordu. Birden kedilere imrendi. Sokakta, bir
apartmanın önünde bulunan betonun üzerinde, kendi içlerine kıvrılmış uyuyan
kedilere imrendi. O kadar rahat görünüyorlardı ki, o da bir an onlarla beraber
oraya kıvrılmak istedi.
Yavaş yavaş kafasını yukarı doğru çevirdi, her bir daireye tek
tek baktı. Hiçbir dairede ışık yoktu. Bu saatte neden ışık olacaktı ki? Perdeler
sımsıkı örtülmüş, pencereler kapatılmıştı. Hiçbir yaşam belirtisi yoktu adeta.
Kimse yaşamıyor muydu bu evlerde?
Tekrardan önüne baktı. Sanki sokak lambaları artık hiç
yanmıyor gibiydi. Yıldızlar zaten gökyüzünü terk etmişti, onlar da gitmişlerdi.
Ay ışığı ise bulunduğu noktaya vurmuyordu. Birkaç adım sonrasını göremiyor gibi
hissetti. Bir iki adım attıktan sonra tekrardan durdu. Derin bir nefes aldı sağ
ayağını sol ayağının yanına koyduktan sonra. Yorgundu. Devam edemeyecek gibi
hissetti. Kaldırıma çöktü, ayaklarını kendisine doğru çekti. Sol cebinde duran
sigara ve çakmağı çıkarttı cebinden tek bir hamlede. Paketi tek eliyle açtı,
şöyle bir salladı. Sallanınca yukarı doğru gelen sigaralardan bir tanesini dudaklarının
arasına sıkıştırıverdi paketi ağzına götürerek. Çakmağı çaktı ve sigarayı
yaktı. Bir nefes çekti sigaradan. Yandığından emin olunca paketi ve çakmağı yine
cebine koydu sol ayağını öne doğru uzatarak. Tekrar ayağını kendine doğru
çekti. Dirseklerini dizlerine dayadı. Sağ elinde işaret parmağı ile orta parmağı
arasına sıkıştırdığı sigaradan bir nefes daha çektikten sonra kafasını
ellerinin arasına aldı. Başı ağrıyordu biraz. Sigara olduğu yerde dururken ellerinin
ayası ile gözlerini ovuşturdu uzun uzun. Ne zaman başı ağrıyacak gibi hissetse
bunu yapmak onu rahatlatıyordu. Dirseğini dizinden hiç kaldırmadan sağ elini
öne doğru uzatıp hafiften sarkan külü attı. Sigaradan bir nefes daha çekti.
Artık ortalık iyice kararmıştı. Sokak lambaları yanmıyordu.
Yıldızlar zaten yoktu, ay ışığı ise hala durduğu yere vurmamakta ısrarcıydı.
Sigaradan her nefes aldığında sigaranın ateşi ile gözleri kamaşıyor gibi
oluyordu. Neden bu kadar karanlıktı? Bir süredir orada oturuyor olmasına rağmen
ne bir araba geçmişti, ne yürüyen biri vardı. Az aşağıda kalan apartmanın
önünde yatan kediler dışında hiç kimse yoktu etrafta.
Son nefesini çekti sigarasından. Dirseğini dizinden çekip,
izmariti sağ ayağının hemen yanına bıraktı hafifçe. Ayağını hafifçe kaldırıp
bastı izmaritin üzerine. Ellerini dizlerine dayadı ve yavaşça doğruldu oturduğu
yerden. Dik durup omuzlarını hafif geriye doğru verdi. İki büklüm oturmaktan sırtı
ağrımıştı. Yürümeye devam etti. Sadece bir adım ötesini görebiliyordu.
İlerledikçe, yürümeye devam ettikçe daha da yabancı gelmeye başladı bu yol ona.
Uzaktan bir ses duyar gibi oldu, sanki biri müzik dinliyordu. En sevdiği şarkı
değil miydi bu? En sevdiği şarkıyı mı dinliyordu biri? En sevdiği şarkı neydi
ki? Tek bir şarkı mı vardı en sevdiği? Yoksa birden çok şarkı mı? Sahi bir
insan bir şeyi nasıl çok sevebilirdi? Neydi bu şarkı ya? Ne diyordu sözleri?
Müzik sesi kesildi, birkaç adım daha attıktan sonra kendisi
mırıldanmaya başladı şarkıyı. Sözlerini hatırlamıyor, melodiyi kendi kendine
mırıldanıyordu usul usul. Bu şarkının sözleri yok muydu acaba? Sözsüz bir parça
mıydı bu? Nasıl aklında yer etmişti acaba bu şarkı? Ne ile bütünleşmişti? Sahi
sözsüz parçaların hikayesi neydi? Kendisi mi yazacaktı bu şarkının hikayesini?
Acaba şarkının aslında anlattığı hikaye ile kendi düşlediği hikaye arasında
nasıl farklar olacaktı? Kimin bestesiydi bu parça? Besteci neleri hayal etmişti
ki bu parçayı bestelerken? Acaba hayal ettiklerini gerçekleştirebildi mi
besteci? O neden hayal ettiklerini gerçekleştirememişti? Sahi hala neden hayal
kuruyordu acaba? Elde edemeyeceği şeylerin hayalini kurmaktan nasıl bir zevk
alıyordu kendi kendine? Bir sonraki adımını atmadan önce bundan sonra hayal
kurmayacağım dedi kendi kendine. Bir adım daha atmak için sağ ayağını yerden
kaldırır kaldırmaz kendine verdiği bu sözü unuttu ve yine hayal kurmaya başladı.
Mırıldanmaya çalıştığı ama tam olarak hatırlayamadığı, hatta ismini bile
bilmediği şarkıyla alakalı hayal kuruyor, sonra zihninde bunu kendi hayalleri
ile örtüştürmeye çalışıyordu.
Birkaç adım daha attıktan sonra durdu. Sola doğru döndü. Karşısında
eski bir apartmanın yarıya kadar saydam cam olan paslı demir kapısı duruyordu.
Burada yaşıyorum dedi kendi kendine. Sonra duraksadı, gülümsedi. Burada hayatta
kalıyorum diye kendi düzeltti. Sağ elini cebine soktu. Üzerinde gerekli
gereksiz bir sürü anahtar takılı olan ağır anahtarlığı cebinden çıkardı. Bu
anahtarları bir ara ayıklamam gerek dedi kendi kendine. Hiç kullanmadığım bir
sürü anahtar var, gereksiz ağırlık yapıyorlar. Neyi açıyor bu anahtarlar onu
bile bilmiyordu galiba. Zar zor paslı demir kapının anahtarını buldu, kapıyı
açtı, içeri girdi. Kendi dairesine doğru ilerlemeye çalışırken bir yandan da
anahtar yığınının içerisinden daire kapısının anahtarını bulmaya çalışıyordu. Anahtarı
bulduğunda kendi dairesine gelmişti. Kapıyı açtı, sağ elini içeri uzatıp ışığı yaktı
ve ben geldim dedi. Cevap yok, kendi kendine bir kez daha ben geldim dedi.
Ayakkabılarını dışarıda çıkartmadan içeri girdi, dış kapıyı
kapadıktan sonra ayakkabılarını çıkardı. Mutfağa doğru gitti, zaten kahvesi ve
suyu hazır olan kahve makinesinin düğmesine bastı. Makinenin kırmızı ışığı
yanınca birden karanlıkta olduğunu fark etti. Ama ışığı açmak da istemiyordu,
davlumbazın ışık düğmesine bastı. Bu loş ışık hep daha çok hoşuna gidiyordu.
Davlumbazın sağ tarafında duran dolabın kapağını açıp en öndeki kupayı çıkardı.
El yapımı, seramik bir kupa. Hep bunu kullanıyordu kahve içerken. Kahvenin
kokusu tüm mutfağı sarmaya başlamıştı. Loş ışığın etrafı sardığından daha çok
sarıyordu etrafı bu koku, sanki o ışıktan daha hızlı yayılıyordu. Sanki her şeyi
daha çok açığa çıkartıyordu. Bir koku bir şeyleri ortaya çıkarabilir miydi?
Zihnini aydınlatmaya yarayabilir miydi? Tanıdık kokular da hikayeler
yaratabilir miydi zihnimizde? Anıları zaten canlandırmaya yetiyordu kokular,
lakin yeni hikayeler yaratmaya yardımcı olabilirler miydi?
Kahve makinesinin sesi ile irkildi. Demliği alıp kupasını
doldurdu. Tam davlumbazın karşısında duran küçük mutfak masasının sağ
tarafında, kapıdan yana duran sandalyeyi çekip oturdu. Kahvesinden büyük bir yudum
aldı. Bu saatte kahve içiyordu, uykusu kaçar mıydı acaba? Uykusunu kaçıran
kahve miydi acaba günlerdir? Neden uyuyamıyordu? Uyuması gerekiyordu aslında.
Yorgundu. Tüm gün boyu kendisini yorgun hissediyor, ama yatağa girdiği zaman
bir sağa bir sola dönüyor, sabahın ilk ışıklarını görene kadar da uyuyamıyordu.
Normalde aydınlıkta uyumayı hiç sevmezdi. Sanırım kahve yüzünden dedi kendi
kendine. Tüm bunları düşünürken yarısından fazlasını içtiği kahveyi masanın
üzerine bıraktı. Uyumam gerek artık diye düşündü.
Yatak odasına geçti. Üzerini değiştirdi, içerisinde kendini
en rahat hissettiği kıyafetlerini giydi. Çift kişilik yatağın üzerine yan yana
konmuş olan yastıkları aldı. Yatağın sağ tarafına, en köşeye kadar çekti ve üst
üste koydu. Pikeyi kaldırıp altına girdi, sağa doğru döndü ve sağ kolunu
yastığın altından geçirdi. Kolunu yatağın dışına uzattı. En uca kadar geldi ve
gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Ve bir koku. Tanıyordu bu kokuyu.
Nereden gelmişti bu koku şimdi? Gereği var mıydı? Sırt üstü uzandı yatağa, tavanı
seyretmeye başladı. Kokunun zihninde canlandırdığı anıları bir film gibi seyretmeye
başladı. O çıkmak isterken koku içine çekiyordu onu. Bir, iki, üç derken peşi sıra
bir sürü anı. Artık anıları tükenince hiçbir zaman yaşayamayacağı hayalleri
göstermeye başladı koku ona. Günün ilk ışıkları pencereye vurmaya başlamıştı,
gözünden bir damla yaş süzüldü. Sahi kahve yüzünden mi uyuyamıyordu?