Paltosuna
sıkı sıkı sarılmıştı, düğmeleri en sonuna kadar iliklemişti. Atkısını boynuna
iyice dolamış, eldivenlerini ise evde unuttuğunu evden uzaklaşınca fark etmişti.
Sert rüzgara karşı yürüyordu. Soğuk direk yüzüne gelmesin diye kafasını
eğmişti. Hafif hafif çiselemeye başlayan yağmur hepsini daha da dramatik hale
getiriyordu. Birazdan yanaklarından aşağıya damlalar süzülmeye başlardı elbet. Az
da olsa ıslanıyordu. Arabalar üzerine su sıçratmasın diye kaldırımın duvara en
yakın olan kısmında yürüyordu. Yağmur biraz daha hızlandı. O da adımlarını
sıklaştırdı. O hızlandıkça yağmur da hızlanıyordu. Artık neredeyse koşuyordu
lakin yağmurda iyice hızlanmıştı. Daha fazla ıslanmayı göze alamadı. Koşar adım
bir kitapçıya attı kendini.
Kendini
bildi bileli kitapçıları gezmekten çok hoşlanmazdı. Girip, gözüne
kestirdiklerini alıp çıkmayı yeğlerdi. Ama bu sefer zorunluluktan ötürü de olsa
bir süre, en azından yağmur biraz hafifleyene kadar, kitapçı da vakit geçirmek
zorundaydı. Rafların arasında geziniyordu. Bu yakada bulunan bir kitapçıya uzun
zamandır gelmemişti. Bu yakadaki anılarını bir bir denize bırakıp gitmişti
vakti zamanında.
Raflardan
kitapları çekiyor, biraz inceliyor sonra yerine bırakıyordu. Henüz dikkatini
çeken bir şeye rastlamamıştı. Aramaya devam ediyordu. Birden burnuna tanıdık
bir koku çalındı. İrkildi önce hafiften. Arkasını dönmedi. Sadece hafızasının
ona oynadığı bir oyundan ibaretti o koku. Aslında gerçekte yoktu. Sonra bir ses
duydu. Tüyleri diken diken olmuştu. Gerçekten mümkün müydü? O kadar zamandan, o
kadar kaçıp saklandıktan sonra mümkün olabilir miydi? Halbuki bu başına
gelmesin diye o kadar çok çabalamıştı ki.
Kendini
sesin geldiği yöne doğru bakmaktan alıkoyamadı. Hafifçe kafasını çevirdi,
omzunun üzerinden arkaya doğru baktı. Anında önüne döndü. Gözleri yanılıyor
olmalıydı. Bu gerçek olamazdı, olmamalıydı. Birden kalp atışlarının
hızlandığını hissetti, dizleri hafif hafif titriyordu heyecandan. Gidip selam
vermek istiyordu, konuşmak… Hatta daha da ötesine gitmek istiyordu. Yapamadıklarını
yapmak istiyordu. Dokunmak istiyordu, tenini hissetmek istiyordu. Dudaklarına değmek
istiyordu. Onca zaman beklediği ama en sonunda gitmesine izin verdiği mutluluğu
istiyordu. Olmamıştı, olmayacaktı. Bunu o zamanda biliyordu şimdi de… Ne
değişti bir anda? Yüreği neden yine olmazlara atmaya başladı, neden yine tehlikeli
sulara yelken açıyordu? Yeterince kaybı yok muydu?
Üzerinden
onca zaman geçmişti. Geçen aylar, yıllar hiçbir şey alıp götürmemiş miydi? Halbuki
o bütün anılarını göndermişti. Denize bırakmıştı, yağmurun suyuna katmıştı,
örtü gibi toprağa sermişti. Ne olmuştu da birden bire hepsi gelivermişti? Bir ses,
biraz koku bunu ona yapamazdı. Tekrar yıkılamazdı. Ne yıkılacak ne de
yıkıldıktan sonra kendini toplayacak gücü vardı.
Korkuyordu.
Rafların ardında ona gözükmeden gezinmeye çalışıyordu. Hem zaten hayatında
birileri olmuştu, hala da vardı. Neydi ona karşı bu tutkunun sebebi? Ondan sonrada
sevmişti, sevilmişti, seviyordu, üzmüştü, üzülmüştü? Neden şimdi? Mutlu olması
gereken bu zamanda nereden çıkmıştı karşısına?
Zamanında
ne çok sevmişti onu. Aylarca uğruna gözyaşı dökmüştü. Her gece dua etmiş, en
sonunda tanrının onu duymadığına karar kılmıştı. Sürekli onu düşünürdü. Başına ne
gelirse gelsin eğer ondan geliyorsa kabul edip geçmeyi, tüm kötü anılarına ve
zamanlarına rağmen onu sevmeyi öğrenmişti. Vazgeçemiyordu. Tüm hayallerini
onunla kuruyordu. Gerçek olacaklarına bir damla olsun inanmıyordu ama sürekli
dua ediyor ve gerçek olmalarını umuyordu.
Yanına
gitmeli miydi? O kadar acıyı bir merhaba geçirecek miydi? Belki… Peki sonrası? Sonra
ne olacaktı?
Korkunun
ecele faydası yok diye düşündü. Yavaş adımlarla gitti, yanına kadar sokuldu…
-
Merhaba!
-
Oooooo… Merhaba! Sen nereden çıktın yahu?
Bende
aynı soruyu sana soracaktım diyemedi. Neden geçmişin onca derininden çıkıp
geldin ki diyemedi.
-
Yağmurda ıslanmamak için girdim buraya aniden. Nasılsın?
-
İyiyim teşekkür ederim. Sen nasılsın?
-
Bende iyiyim…
İşte
başlamıştı. Göz göze baktıkları ama konuşmadıkları, konuşamadıkları o evre. Sesi
titremişti konuşurken. Acaba o da fark etmiş miydi? Büyük olasılıkla… Ne
diyeceğini bilemeyen gözlerle ona bakıyordu. Gözlerinin içine. Hafifçe gülümsedi.
-
Şey, ıı, en iyisi ben gideyim. Yağmurda dinmek
üzere zaten.
-
Peki bir ara görüşelim ama.
-
Olur olur. Görüşürüz.
-
Şey…
Bir
anda tuttu, kendine doğru çekti. Öptü. Ne yapacağını bilemedi. Onca zaman
beklemişti bu anı. Ama neden mutlu olamıyordu. Korkuyordu hala. Heyecandan kalbi
duracak gibiydi. Geçmişi karşısına dikilmişti. Şimdiki zamanı onu evde
bekliyordu. Halbuki ne güzel unutmuştu geçmişi! Anımsamıyordu bile adını uzunca
zamandır. Nereden çıkmıştı karşısına. Şimdi yine korkacaktı tüm o olanları
hatırlayıp. Şimdisine yabancı kalacaktı, geçmişi gününe taşıyacaktı. Ne gerek
vardı bunca olaya? En başında tutsaydı ya elini. Neden bırakıp gitmişti? Neden korkmuştu
ki? Ondan daha çok seveni yoktu.
Öpücük
bittiği anda çekti kendini geri. Gözlerinin içine baktı. Dayanamadı. Sımsıkı sarıldı
ona. Her zaman ki gibi boynundan kokladı sarılırken. Ne kadar çok özlemişti. Bir
anda uzaklaştı, gözlerini sildi. Kapıya doğru 4 – 5 adım attı. Duraksadı. Geri dönmek
istedi. Dönüp öpmeye devam etmek. Sarılmak, hiç ayrılmamak.
Gözleri
daha da bir doldu. Kafasını arkaya çevirmedi. Yürüdü ağır adımlarla. Geçmişini gününe
taşıyan kader sövdü önce. Gideni niye geri getirmişti? Geleceğine yürürken
şimdiki zamanında bulunan geçmişini, yine geçmişe hapsediyordu istemeye
istemeye. Geçmişini hala seviyordu. Geçmiş hiç gitmeyecekti belki de. Ne kadar
gönderirse göndersin. Hep orada duracaktı. O da hep geçmişine aşık olacaktı.
Keşke
yağmur dinmeseydi. O kadar çok isterdi ki ıslanmayı… Keşke yağmur dinmeseydi. Alıp
götürseydi anılarını. Keşke yağmur dinmeseydi. Siliverseydi acılarını. Yağmur. Hala
seviyordu. Yağmuru da…