15 Aralık 2011 Perşembe

Geçmiş Zaman İçinde Bir Ben Vardı. Unutmuşum.



                                            Paltosuna sıkı sıkı sarılmıştı, düğmeleri en sonuna kadar iliklemişti. Atkısını boynuna iyice dolamış, eldivenlerini ise evde unuttuğunu evden uzaklaşınca fark etmişti. Sert rüzgara karşı yürüyordu. Soğuk direk yüzüne gelmesin diye kafasını eğmişti. Hafif hafif çiselemeye başlayan yağmur hepsini daha da dramatik hale getiriyordu. Birazdan yanaklarından aşağıya damlalar süzülmeye başlardı elbet. Az da olsa ıslanıyordu. Arabalar üzerine su sıçratmasın diye kaldırımın duvara en yakın olan kısmında yürüyordu. Yağmur biraz daha hızlandı. O da adımlarını sıklaştırdı. O hızlandıkça yağmur da hızlanıyordu. Artık neredeyse koşuyordu lakin yağmurda iyice hızlanmıştı. Daha fazla ıslanmayı göze alamadı. Koşar adım bir kitapçıya attı kendini.
                                            Kendini bildi bileli kitapçıları gezmekten çok hoşlanmazdı. Girip, gözüne kestirdiklerini alıp çıkmayı yeğlerdi. Ama bu sefer zorunluluktan ötürü de olsa bir süre, en azından yağmur biraz hafifleyene kadar, kitapçı da vakit geçirmek zorundaydı. Rafların arasında geziniyordu. Bu yakada bulunan bir kitapçıya uzun zamandır gelmemişti. Bu yakadaki anılarını bir bir denize bırakıp gitmişti vakti zamanında.
                                            Raflardan kitapları çekiyor, biraz inceliyor sonra yerine bırakıyordu. Henüz dikkatini çeken bir şeye rastlamamıştı. Aramaya devam ediyordu. Birden burnuna tanıdık bir koku çalındı. İrkildi önce hafiften. Arkasını dönmedi. Sadece hafızasının ona oynadığı bir oyundan ibaretti o koku. Aslında gerçekte yoktu. Sonra bir ses duydu. Tüyleri diken diken olmuştu. Gerçekten mümkün müydü? O kadar zamandan, o kadar kaçıp saklandıktan sonra mümkün olabilir miydi? Halbuki bu başına gelmesin diye o kadar çok çabalamıştı ki.
                                            Kendini sesin geldiği yöne doğru bakmaktan alıkoyamadı. Hafifçe kafasını çevirdi, omzunun üzerinden arkaya doğru baktı. Anında önüne döndü. Gözleri yanılıyor olmalıydı. Bu gerçek olamazdı, olmamalıydı. Birden kalp atışlarının hızlandığını hissetti, dizleri hafif hafif titriyordu heyecandan. Gidip selam vermek istiyordu, konuşmak… Hatta daha da ötesine gitmek istiyordu. Yapamadıklarını yapmak istiyordu. Dokunmak istiyordu, tenini hissetmek istiyordu. Dudaklarına değmek istiyordu. Onca zaman beklediği ama en sonunda gitmesine izin verdiği mutluluğu istiyordu. Olmamıştı, olmayacaktı. Bunu o zamanda biliyordu şimdi de… Ne değişti bir anda? Yüreği neden yine olmazlara atmaya başladı, neden yine tehlikeli sulara yelken açıyordu? Yeterince kaybı yok muydu?
                                            Üzerinden onca zaman geçmişti. Geçen aylar, yıllar hiçbir şey alıp götürmemiş miydi? Halbuki o bütün anılarını göndermişti. Denize bırakmıştı, yağmurun suyuna katmıştı, örtü gibi toprağa sermişti. Ne olmuştu da birden bire hepsi gelivermişti? Bir ses, biraz koku bunu ona yapamazdı. Tekrar yıkılamazdı. Ne yıkılacak ne de yıkıldıktan sonra kendini toplayacak gücü vardı.
                                            Korkuyordu. Rafların ardında ona gözükmeden gezinmeye çalışıyordu. Hem zaten hayatında birileri olmuştu, hala da vardı. Neydi ona karşı bu tutkunun sebebi? Ondan sonrada sevmişti, sevilmişti, seviyordu, üzmüştü, üzülmüştü? Neden şimdi? Mutlu olması gereken bu zamanda nereden çıkmıştı karşısına?
                                            Zamanında ne çok sevmişti onu. Aylarca uğruna gözyaşı dökmüştü. Her gece dua etmiş, en sonunda tanrının onu duymadığına karar kılmıştı. Sürekli onu düşünürdü. Başına ne gelirse gelsin eğer ondan geliyorsa kabul edip geçmeyi, tüm kötü anılarına ve zamanlarına rağmen onu sevmeyi öğrenmişti. Vazgeçemiyordu. Tüm hayallerini onunla kuruyordu. Gerçek olacaklarına bir damla olsun inanmıyordu ama sürekli dua ediyor ve gerçek olmalarını umuyordu.
                                            Yanına gitmeli miydi? O kadar acıyı bir merhaba geçirecek miydi? Belki… Peki sonrası? Sonra ne olacaktı?
                                            Korkunun ecele faydası yok diye düşündü. Yavaş adımlarla gitti, yanına kadar sokuldu…
-          Merhaba!
-          Oooooo… Merhaba! Sen nereden çıktın yahu?
                                            Bende aynı soruyu sana soracaktım diyemedi. Neden geçmişin onca derininden çıkıp geldin ki diyemedi.
-          Yağmurda ıslanmamak için girdim buraya aniden. Nasılsın?
-          İyiyim teşekkür ederim. Sen nasılsın?
-          Bende iyiyim…
                                            İşte başlamıştı. Göz göze baktıkları ama konuşmadıkları, konuşamadıkları o evre. Sesi titremişti konuşurken. Acaba o da fark etmiş miydi? Büyük olasılıkla… Ne diyeceğini bilemeyen gözlerle ona bakıyordu. Gözlerinin içine. Hafifçe gülümsedi.
-          Şey, ıı, en iyisi ben gideyim. Yağmurda dinmek üzere zaten.
-          Peki bir ara görüşelim ama.
-          Olur olur. Görüşürüz.
-          Şey…
                                            Bir anda tuttu, kendine doğru çekti. Öptü. Ne yapacağını bilemedi. Onca zaman beklemişti bu anı. Ama neden mutlu olamıyordu. Korkuyordu hala. Heyecandan kalbi duracak gibiydi. Geçmişi karşısına dikilmişti. Şimdiki zamanı onu evde bekliyordu. Halbuki ne güzel unutmuştu geçmişi! Anımsamıyordu bile adını uzunca zamandır. Nereden çıkmıştı karşısına. Şimdi yine korkacaktı tüm o olanları hatırlayıp. Şimdisine yabancı kalacaktı, geçmişi gününe taşıyacaktı. Ne gerek vardı bunca olaya? En başında tutsaydı ya elini. Neden bırakıp gitmişti? Neden korkmuştu ki? Ondan daha çok seveni yoktu.
                                            Öpücük bittiği anda çekti kendini geri. Gözlerinin içine baktı. Dayanamadı. Sımsıkı sarıldı ona. Her zaman ki gibi boynundan kokladı sarılırken. Ne kadar çok özlemişti. Bir anda uzaklaştı, gözlerini sildi. Kapıya doğru 4 – 5 adım attı. Duraksadı. Geri dönmek istedi. Dönüp öpmeye devam etmek. Sarılmak, hiç ayrılmamak.
                                            Gözleri daha da bir doldu. Kafasını arkaya çevirmedi. Yürüdü ağır adımlarla. Geçmişini gününe taşıyan kader sövdü önce. Gideni niye geri getirmişti? Geleceğine yürürken şimdiki zamanında bulunan geçmişini, yine geçmişe hapsediyordu istemeye istemeye. Geçmişini hala seviyordu. Geçmiş hiç gitmeyecekti belki de. Ne kadar gönderirse göndersin. Hep orada duracaktı. O da hep geçmişine aşık olacaktı.
                                            Keşke yağmur dinmeseydi. O kadar çok isterdi ki ıslanmayı… Keşke yağmur dinmeseydi. Alıp götürseydi anılarını. Keşke yağmur dinmeseydi. Siliverseydi acılarını. Yağmur. Hala seviyordu. Yağmuru da…

6 Aralık 2011 Salı

Kankamın Sevgilisi - Sevgilimin Kankası



Merhaba sevgili okurlarım. Tahminen 5 kişi falan olduğunuzu düşünüyorum :D
Yukarıda bulunan cümleden de anlaşılabileceği üzere bugün ilişkilerin farklı bir evresini inceleyeceğiz sizinle birlikte.
Bir ilişkinin en sancılı dönemleri bireylerin birbirlerinin hayatına dahil olmaya çalıştığı dönemlerdir. Zaten bunu başarabilmek bir mesele. Sen iki ayrı hayatı alacaksın, ortak noktalar yakalayacaksın, o ortak noktalarla beraber eğlenmeyi, mutlu olmayı deneyeceksin vs. Bir de bu ortaklar noktalar ne kadar çok olursa iyi falan falan. Ee daha başka? Oldu canım. Bende robottum zaten hemen öyle alışıverecektim. Dur bi bakayım beyinlerimizi eşleştirelim, bakalım neymiş ortak yönlerimiz? Aaa olmaz ama canım onun altında çıktı, bu nedenle ayrılmalıyız seninle.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de hayata dahil olma çabasının en acıklı noktası vardır ki genellikle iyi sonuçlanmaz. Sevgiliyi (ya da adayını) arkadaşlarla tanıştırma.
Genellikle bu durum boşa bir çabadır. Sevgiliyi arkadaşlarla tanıştırırsın. Onların da arkadaş olmasını hatta birlikte iyi vakit geçirmelerini istersin. Ama mutlaka bir sorun çıkacaktır. Hatta genellikle böyle durumlarda sevgili ile arkadaş arasındaki tek ortak nokta maalesef ki sen olursun. Ee işte o zaman ne yapmalı? Valla bende bilmiyorum. Neyse.
Arkadaşlar: Arkadaşlar candır ciğerdir. Sevgili bulana kadar hayatında aşk ve cinsellik hariç her boşluğu doldururlar. Ee friends with benefits değilse tabi durum. Ehehe. Neyse. Sürekli dip dibe olursun. Hayatının her ayrıntısını paylaşmaya çalışırsın. Kimisi ile çok sıkı fıkı olursun, kimisi ile sadece aynı ortama girince konuşursun vs vs.
Öyle bir an gelir ki kendini ve onları test etmek zorunda kalırsın. Özellikle bu durum “Kanka” tabir ettiğimiz dostluklarda daha rahat gözlemlenebilir.
Bir adet sevgili bulunur. Bu sevgili ile vakit geçirmeye başlanır. Hooop. Varan bir. Sevgilinle vakit geçiriyorsun. Ee bu zamana kadar o yoktu lan. Kanka vardı sadece. Şimdi sevgili dediğimiz kişi kankana ayırdığın vakitten çaldı mı? Çaldı.
-          Alo… Kanka ne haber yea?
-          İyidir kanka senden ne haber.
-          İyi valla moruk, (moruk mu çok demode lan) nolsun. Bildiğin gibi. Bak ne diyeceğim. Bu akşam çıkıp dağıtalım biraz.
-          Yaaa kanka benimkiyle buluşacağız. Ona sözüm var.
-          Vaaayy vaaayyy tamam kardeşim öyle olsun.
-          Yaa kanka yapma bea.
-          Yok yok kardeşim. Tabi sen takıl sevgilinle. Ben de gider yalnız takılırım.
-          Ama kanka ba…
-          Tamam kardeşim ben kapatıyorum. İşim var.

Ee noldu şimdi? Kapandı mı telefon suratına? Neyse dur daha bitmedi. Gün geçtikçe, eğer uyumda yakalanırsa sevgili ile geçirilen vakit artar. Kanka ile geçirilen vakit azalır. Ee eğer birde aşık olunuysa falan kanka ile geçirilen vakitte sevgiliden bahsedilir. Kanka haliyle durumu biraz kıskanır.
-          Kanka var ya bir deli aşık olmuşum sorma ya.
-          Belli belli. Gözlerinden anlaşılıyor.
-          Hadi be! Yaa geçenlerde sinemaya gittik. Hani sen aramıştın yaa ben gelemem demiştim.
-          Eeee!
-          Kanka yapma ya mutluyuz şurada. İşte oğlum böyle filmin tam orta yerinde kafasını dayadı omzuma. Resmen böyle kalbim duracaktı. Çok seviyorum lan.
-          Abartma oğlum görende bir şey oldu sanacak. Kız alt tarafı kafasını dayamış omzuna…
İşte bu diyaloglar kankanın sevgilisine sinir olmanın göstergesidir. İşin birde öteki boyutu var tabi ki.
Sevgili. Bu kişi genellikle ilk dönemlerde ilişkini kanka boyutundan uzak tutulan kişidir. Ama zamanla bir kankanın varlığını kendisi de fark edecektir.
Olaylar şöyle gelişir. Sevgili adayları baş başa kahve içip sohbet etmektedir, telefon çalar. Sevgili 1 bir süre konuşur ve kapatır.
-          (S2) Kimmiş canım?
-          Hakan ya. Öylesine aramış işte. Napıyorsun ne ediyorsun diyor. Selam söyledi sana da.
-          Hmm. Oldu.
Ee haliyle sevgililerin muhabbeti bölünmüştür ve sevgili 2 bu duruma sinirlenmiştir. Bu olay neredeyse her buluşma da arama, mesaj veya bahsi geçme şeklinde devam eder. Uzun süre sevgilisi olmamış ya da vaktinin çoğunluğunu kankası ile geçirmiş olan sevgili 1 çenesini tutamaz iş kankaya geldiği zaman.  
İşin daha da karıştığı zamanlar vardır. Mesela kız arkadaşın kankası erkekse ya da erkek arkadaşın kankası kızsa durum daha ziyade kıskançlığa dönüşür. Böylesi durumlar da yukarıda bahsettiğim hareketler daha bir göze batar. S2 bu hareketleri ilişkiye indirilmeye çalışan bir darbe olarak algılar. Zamanla bunlar sinir bozucu bir hal almaya başlar. S2 içten içe kanka ile tanışmak ister, hatta kafasından düşünceler geçer.
-          Hayatım bak bu Aslı. Hani sana bahsetmiştim ya. Kankam. Kanka bak bu da Simge. Ehehe. Hadi siz tanışın kaynaşın ben bi lavaboya gideyim.
… Bir süre sessizlik…
-           Eee nasılsın?
-          (S2) Bana baksana kızım sen. Hakanı sürekli arıyorsun benimle birlikteyken. Bakışlarını da görmedim zannetme.!
Tam bu esnada S2 kurduğu hayalden gerçek dünyaya döner çünkü gerisi pek iç açıcı olmaz.
Ee artık zamanı gelmiştir. S1 teklifi gerçekleştirir ve S2 ile kankayı bir araya getirmeye çalışır. Tabi ki her iki tarafta bu duruma çok hevesliymiş gibi gözükür. Zavallı S1 buna inanır. Her şeyin çok güzel geçeceğini ve S2 ile kankanın muhteşem anlaşacağını falan düşünür. Lakin işler pek öyle olmaz. Zavallı S1. Ayık ol.
-          Kanka bak sana bahsetmiştim. Bu Simge. Bak hayatım bu da Emre.
-          (E) Merhaba.
-          (S2) Merhaba, memnun oldum Emre. (samimiyetsiz bir şekilde el sıkılır.)
-          Bende memnun oldum Simge. (samimiyetsiz bir gülüşle memnuniyet belli edilir.
-          (S1) E anlat bakalım Emre? Ne var ne yok?
-          Yaa nolsun. Görüşemiyoruz bu sıra pek. Ee tabi artık senin sevgilin var. eheheh. O yüzden olup bitenleri ancak böyle sonradan sorarak öğrenirsin ehehehe. (bir süre sessizlik)
-          (S1) Eee hayatım, Emre’ye anlatsana geçen gün sinemada başımıza geleni.
-          (S2) Ne gerek var canım. Zaten o kadar komik bir şey değildi. Emre’yi de sıkmayalım. ( bir süre sessizlik. Bu sefer atak kankadan gelir.)
-          Eee siz nasıl tanıştınız?
-          (S1) yaa abi bak şimdi ben bankaya gidiyordum. Banka da sıra…
-          (S2) Bankada sıra beklerken telefonumu düşürdüm. Hakanda yerden aldı uzattı. Ben de teşekkür ettim, öyle sıra beklerken sohbet ettik falan. İlk görüşte aşk yani. Ee Senin kız arkadaşın yok mu Emre? (Ortam buz kesti. Bu iş yaş S1)
Bir buluşma böyle noktalanır. Sonraki günlerde önce kankadan sonra sevgiliden görüş alınır.
-          Ee kanka nasıl buldun Simge’yi? Çok şirin kız değil mi?
-          Yaa sorma sorma.
-          Noldu oğlum sevmedin mi?
-          Yaa boşver. Söyleyip kötü olmayayım şimdi.
-          Oğlum söylesene.
-          Yaa oğlum nerden buldun Allah aşkına bu şımarık kızı? Ne olduğu belli değil. Yok bilmem nerden mezun olmuşta, yok ailesi bilmem ne kadar zenginmiş de falanmış filanmış.
-          Hıı!
-          Yaa bırak Allah aşkına Hakan şımarığın teki.

S1 bundan da ders almaz ve sevgiliye de sorar. Sevgili temkinlidir.

-          Hayatım nasıl buldun Emre’yi? Çok cana yakın değil mi?
-          Aaa. Evet canım. Gerçekten şakacı, tatlı dilli biri.
-          Değil mi?
-          Ya ya. İnanılmaz eğlendim. Allah seni inandırsın o bana iğneleyici konuşmaları falan. Çok komik yani!
Sevgilinin temkinli olma sebebi “hayatına bir gireyim de ben o Emre denilen kazmayı yontarım” düşüncesidir.

Sonuç olarak;
S1’in pozisyonuna düşmemek için arkadaşlar ile sevgili arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerek. Bu iş biraz bıçak sırtı. Terazi gibi, iki kefeye de eşit ağırlık yüklemeli. Beceremezsen yandın. Sevgilimin kankası, kankamın sevgilisi temeline dayanan ilişkiler kurulur. Eğer kanka sevgiliden ve ya sevgili kankadan hoşlanmazsa işin iş. Diyeyim ben sana şimdiden sorumluluk benden çıksın. Ee iyi şanslar!

PS: Emre aslında benim. Arada sırada S2 olduğumda olur. Tabiatım çirkef. Evet.

3 Aralık 2011 Cumartesi

hadi sen kapat... hayır aşkım sen kapat...


-          Hadi kapat aşkım.
-          Hayır sen kapat sevgilim.
-          Hadi o zaman üç deyince kapatalım olur mu?
-          Olur… 1, 2, 3
…..
-          Ya aşkım kapatmadın ama yaaa ehehehhe.
-          Ama sende kapatmadın aşkım.

Yukarıdaki konuşmayı yapan çift şu anda ölü. Aşırı dozda vıcıklıktan öldüler. Şimdi asıl konumuza gelebiliriz. Sanıyorum bir süre daha, en azından bundan da sıkılına kadar, ilişkiler hakkında yazmaya devam edeceğim. Bunun nedenini bende bilmiyorum ama gözlemlerimi aktarmak hoş olabilir. Hee içinizde sen kimsin ki ilişkiler hakkında yazıyorsun diyenler varsa fog koyarım biline. Okumayabilirsiniz.
Her neyse… Yukarıdaki konuşma “buldumcuk” tabir edilen çiftlerin bir telefon görüşmesinden alıntıdır. Yok lan değildir; tamamen “buldumcukları” düşünerek ben uydurdum bunu. Buldumcuklar, gördüğünüz üzere artık tırnak içinde değil, ilişki yaşaması yasaklanması gereken bir türdür. İlişkiyi kendi içlerinde yeterince vıcık vıcık yaşamıyorlarmış gibi bir de çevrelerini işin içine katarlar.
Örn:
-          Aşkım sen ne tatlısın ya?
-          Ama sende çok tatlısın aşkım… Öyle değil mi Öznur allasen bi baksana şuna.
-          (Öznur) Yaa. Evet. Hı hı.
Buldumcuklar bir sonraki evrede ilişkilerinin ne kadar düzgün olduğunu(!) etrafındaki insanlara göstermeye başlarlar. Birbirlerine yazdıkları mesajları en yakın arkadaşlar mutlaka okur. Ya da alınan hediyeler özenle bir bir gösterilir. Bunların arasında öyle bir tanesi vardır ki inanılmaz derece de iticidir.
-          Ya abi inanabiliyor musun? Resmen kendi elleriyle bana atkı örmüş yaa?
-          Örerim tabi ki aşkım. Sen benim her şeyimsin.
-          Sende benim her şeyimsin.
-          (Masada ki üçüncü şahıs.) hııı.
Buldumcukların ilişki evreleri genellikle hızlı gelişir ve hızlı sonuçlanır. Buldumcuklar genellikle ilişkinin sonunda dargın olarak ayrılırlar ve ortak arkadaşlara birbirleri hakkında yakınırlar.
Örn:
-          Abi resmen inanılmaz sıkıcıydı yaa. Düşünebiliyor musun sürekli dip dibe, yanak yanağa falandık yani. Beni darmaya başlamıştı bu ortam. O yüzden de ayrılmak en iyisi oldu. Zaten bir şey diyeyim mi? Ben daha iyilerine layığım. Eheheh.
-          (ortak arkadaş. (ulan hani seviyordun))

Buldumcuk 2:
-          Ya Aykut, Alinin böyle bir şerefsizlik yapmış olmasına hala inanamıyorum. Ondan hiç beklemezdim zaten en baştan beri pek ısınamamıştım…
-          Hea?
-          Yani ne bileyim hep bir mesafe vardı. Sen Aliyle hala görüşüyor musun?
-          Iıı şey. Hı hı. Evet.
-          Ay inanmıyorum Aykut yaa nasıl görüşürsün o şerefsizle.
Buldumcukların en büyük problemlerinden biri de ortak arkadaşların bir türlü paylaşılamamasıdır. Ayrılık sürecinin tek sancılı yanı budur. Başka bir şey yoktur.
İlişkiler ilerledikçe farklı özellikler belirmeye başlar. Mesela gayet “normal” bir çift giderek tuhaflaşmaya başlayabilirler. Fazla uyumlu olmak bir süre sonra sorunları beraberinde getirir. Ee her şey kararında güzel sonuçta. Tamamen şimdi uydurduğum bir isimle bundan sonra bu çiftlere Evrimcikler deme kararı aldım.
Evrimcikler ilişkilerine gayet normal ve buldumcukların aksine kimseyi tiksindirmeden başlarlar. Evrimcikler ilişki ilerledikçe evrilir farklı insanlara dönüşürler. Aralarındaki uyum bir süre sonra rahatsızlık verici olabilir. Evrimciklerin en büyük sorunu aslında mükemmel uyumu yakalamak için harcadıkları çabadır. İki bireyde birbirini değiştirmek adına sinsi ataklarda bulunur ve diğerine belli etmeden kafasındaki kişi ile onu bütünleştirmeye çalışır. Evrimciklerde genellikle kafada yaratılmış bir imaj bulunur. İlişkinin en başlarında karşıdaki kişi en uygun kişidir ama zamanla öyle olmadığı anlaşılır. Bunu ilk duymak zorunda kalan da yakın arkadaşlardır.
Örn:
-          Yani Selma gerçekten inanamıyorum. Ne dedim ki ben ona da kızdı şimdi anlamadım valla. Alt tarafı geçenlerde sana da bahsettiğim sergiyi gezmeye gidelim dedim. Ne var yani bunda? Kötülük mü ettim?
-          Ama canım benim zaten en başından beri Berk öyle bir insan değildi ki. Hatırlasana birinci ayınızda seni basketbol maçına götürmüştü.
-          Ayy evet yaa. birde atıp tutuyordu ben resim çok severim vs vs diye.
-          Kızım sende inandın mı yani? Ay sende bir safsın.
-          Yaa aslında sever öyle şeyleri daha öncede gittik biz sergiye bayılmıştı.
İşte evrimciğin kaçırdığı nokta burasıdır. Evrimcik 2 büyük olasılıkla sergiye bayılmamış hatta nefret etmiştir ama ilişkinin cicim dönemlerinde böyle bir şeyle evrimcik 1’in karşısına çıkmak istememiştir.

Bir diğer grubumuz ilişkiyi 2 kişiyle sınırlamayanlar. Yanlış anlaşılma olmasın açık ilişkiden falan bahsetmiyorum. İlişkiyi 2 kişi yaşayamayanlar. Bu grup genellikle uzun süredir birlikte olan çiftleri kapsar ama yine de istisnalar kaideyi bozmaz elbet. Baş başa kalınca paylaşılabilecek şeylerin sayısı azaldıkça ilişkideki kişi sayısı da artar. Tabi görsellik dışında paylaşacak bir şeyleri olmayan çiftleri de bu gruba dahil edebiliriz. Ben yine tamamen bir taraflarından uydurduğum bir isimle bu grubu arkadaşçıllar olarak adlandıracağım. Arkadaşçılların en büyük problemi artık paylaşacak bir şeyin olmaması bu nedenle sürekli etrafta konuşacak başka birinin bulunması gerekliliğinden doğan kalabalıktır.
Örn:
-          Aşkım sinemaya mı gitsek bu akşam ya.
-          Olur aşkım. Dur benim bilgisayar açık hemen film seçelim.
-          Ayy aşkım şu romantik komedi filmine gidelim yaa..
-          Ya gitmesek olmaz mı? Baydım artık romantik komedi izlemekten.
-          Yaa aşkım. ( üzgün surat)
-          Tamam tamam. Hadi hazırlan.
-          Dur aşkım dur. Önce ben bir Öznur’u arayayım. O da Berki alıp gelsin. Çok güzel olur yaa. bayadır dördümüz takılmamıştık.
-          Evet yaa süper fikir. Onları da ara. En azından film sıkarsa Berkle bira falan içeriz.
-          Olur valla. Ay ne giysem aca…
Arkadaşçılların sorunu büyüktür aslında ama genellikle görmezden gelinir.
Arkadaşçıllardan arkadaşları için tehlike oluşturan başka bir çifte geçelim dedikoducugiller. Dedikoducugiller çift olarak herkesin hakkında her şeyi söyleyebilecek olan türdür. Gizli gizli, sinsi sinsi, saman altından su yürütülerek fitne fesat itina ile sokulur. Eğer dedikoducugil 1 birini sevmiyorsa dedikoducugil 2 de aynı kişiyi sevmemekle yükümlüdür. Bu tarz ilişkilerde genellikle çok belirgin bir dominant taraf olur.
Örn:
-          Yani şu Öznur’a inanamıyorum. Nasıl yapar böyle bir şeyi hayatım ya? Sen git benim aldığım elbisenin aynısını al. Birde üstüne üstlük partide giyeceğimi bile bile git giy. Ama biliyorum hep Selma denilen o kız yapıyor bunları Öznur ile arma girmeye çalışıyor.
-          Haklısın hayatım. Zaten siz Selma ile küstüğünüzden beri Öznur bir tuhaf davranmaya başladı.
-          Dimi ? Ah Selma ah. O var ya o az değil. Ama ben bilirim yapacağımı. Bende Merve ve Furkan ile buluşacağım yarın her şeyi bir bir anlatacağım. E tabi ki sende geleceksin.
-          Gelmem mi aşkım! Seni yalnız bırakır mıyım hiç? Ehehehe.
Bir diğer türümüz ise sevişgenler. Sevişgenler kafe, bar, sokak, sinema salonu vs ayırt etmeksizin yiyişme potansiyeline sahip olan çiftlerdir. Kendi kendilerine geçinip giderler. Pek sorun yaşamazlar, sorunu onlarla takılmak zorunda olan arkadaş çevresi yaşayabilir. Diyalog yazmama gerek yok sanırım.
İlişkinin türü her ne olursa olsun, herkes mutlu olsun. Ve dışarılarda bir yerlerde hala “soulmate, the one” hikayesine inanan birileri varsa durmayın arayın belki ararken şirinleri de bulursunuz. İyi şanslar!

P.S: Soulmate, The One, Mr./Mrs. Right gibi bişi bulan olursa harbiden bana da haber versin. Bende yolunu öğreneyim şu zımbırtının.

1 Aralık 2011 Perşembe

İlk Randevu

Bugün nedendir bilinmez ilk randevular hakkında yazmak istedi canım (!)
Belirli bir ilk randevu beklentisi olur insanın. Şöyle olmalı, aman aman bununla da kesinlikle ilgilenmeli, bak bak bu tarz müzik dinlemeli yoksa mümkün değil etkilenmem vs… Çoğunlukla bunların hiç biri olmaz çünkü ilk randevular genellikle sıkıcıdır. İlk randevularda bazen bir üstünlük savaşı olur, bazen de ortalığa sessizlik hakim olur. Şimdi tamamıyla kendi gözlemlerimden yola çıkarak ilk randevular hakkında görüşlerimi yazacağım.
İlk randevuda karşılaşılabilecek korkunç tiplemeler;
1.       Bu grup genellikle çok konuşan kesimdir. Ortalıkta bir üstünlük savaşı hakim olur gereksiz yere. Diyaloglar genellikle samimi değildir.
-          Eee, sen ne iş yapıyorsun? (tamamıyla üstünlük savaşında malzeme edinmek için sorulur.)
-          Ee, ben okuyorum. İşletme, 3. Sınıf.
-          Öyle mi? Ne güzel! E sen işin içinde olduğun için daha iyi bilirsin tabi ama işletmenin biraz modası geçmedi mi yahu? Yani elini sallasan işletme mezununa çarpar oldu artık (ya bi sus, yok ama illa devam etmesi gerek)ya birde bir dönemler ne kadar favori bir meslek olmuştu, herkese işletme, iktisat falan yazdırırlardı dershanelerde falan tercih yaparken.
-          Ama be..
-          Ya o değil de biliyor musun geçenlerde şurada bir mekanda bir yemek yedim inanamazsın acayip lezzetliydi. Belki bir gün beraber gider, deneriz. ( böyle konuşmaya devam edersen daha çok beklersin.) Ben zaten oldum olası çok sevmişimdir değişik tatlar denemeyi, o yüzden bu mekan benim için süper oldu. Sen ne tarz şeyler seversin? Baksana ne diyeceğim, sende sıkılmadın mı böyle oturmaktan (kesin sıkıldı ama oturmaktan değil) burada biraz yürüsek mi ne dersin?
Bu tarz insanlar genellikle konuşmanın yönlendirmesini yaparlar ama diyalog içerisinde olmak pek mümkün değildir. Zira kendi monologları zamanın büyük bir kısmını alır. İlk randevular için tehlikeli tiplerden biridir.
2.       Bu grup genellikle çok sessiz olan gruptur. Bir sorunun cevabını almak için bazen ısrarlar sormak gerekir. Cümleler yerine kelimeler ve ya cümlecikler kurulur. Konuşmak dışında başka her türlü iş ile ilgilenilir o esnada.
-          Eee, sen ne iş yapıyorsun?
-          Öğrenciyim.
-          Hadi ya, nerede okuyorsun.
-          İstanbul üni.
-          Öyle mi, hangi bölüm?
-          İşletme.
-          Aa benimde kuzenim işletme mezunu. (tamamıyla ortak bir nokta yakalayıp konuşmayı sürdürmek için ortaya atılmış bir cümle)
-          Güzel.
-          Ee boş zamanlarında neler yaparsın?
-          Oyun falan.
-          Ne tarz müzik dinlersin?
-          Rock. ( genellikle cevaplar karşıdakinin gözünün içine bakarak verilmez.)
Bu tarz insanlarla ilk randevu inanılmaz zor geçer. Zaten büyük olasılıkla konuşma yapılan aktivite boyunca sürer ve aktivite bittiği anda randevuda bitmiş olur. Bir daha genellikle aranmaz. Aransa bile tanımak uzun süre alır. Arkadaşlara da cool bir insan izlenimi vererek anlatılır.
-          Eee, anlat bakalım. Nasıl senin yeni sevgili adayı?
-          Çok cool yaa. Bir görmen lazım böyle gözlerini süze süze konuşuyor. (konuşmuyor bayıyor) Sanki böyle bir yazar edası var.
-          Hadi ya. Çok güzel. (nasıl kıskandım.)

3.       Bu grup genellikle karşısındaki kişinin nahoş olarak değerlendirebileceği davranışlarda bulunanlardır.

-          Ee ne iş yapıyorsun?
-          Öğrenciyim ben. İşletme okuyorum
-          Aa ne güzel. ( Birde yemek yerken ağzını şapırdatmasan.)
-          Ne güzeli yaa. Sürünmece sürekli işte. Ohaaaaaa. Bugün Çarşamba!
-          Ee yani?
-          Resmen Muhteşem Yüzyılı kaçırdım. Tüh ya keşke yarın buluşsaydık eheheh.
-          Hmm. ( keşke hiç buluşmasaydık.) öhö öhö… Eee boş zamanlarında ne yaparsın?
-          Ne yapayım yaaa. Genelde evde takılıyorum öyle. Dışarı falan pek çıkmam normalde. Ne gerek var gereksiz israf.
-          Anladım (birde cimrisin yani ne hoş). Eee peki hobi olarak ilgilendiğin bir şey yok mu? ( hala ağzını şapırdatıyor ya sabır.)
-          Müzik, film falan.
-          Hmm. İlginç. (oha daha demin kulağını mı karıştırdı o.)
Bu gruba mensup olanlar genellikle ikinci bir randevuyu elde edemezler. Beklenilen telefon, mesaj vs hiçbir zaman gelmez. Acaba neden?
4.       Bu grup genellikle kendini öven insanlardan oluşur. Konuşmalarda detay bol ve genellikle kişinin altyapısına gönderme yapacak şekilde olur.
-          Eee, Ne iş yapıyorsun?
-          Öğrenciyim ben. 10 seneye yakındır bu işi yaparım baya da başarılıyım ehehe.
-          Ehe ehe eh.. hmm nerede  okuyorsun?
-          Boğaziçi üniversitesinde okuyorum ben. Aslında özellerle devlet arasında baya gittim geldim ama Boğaziçi tutkusu ağır bastı. Öss zamanı çok ineklemedim ama ilk bine girdim (nasıl oldu acaba o?) ee haliyle önümde bir sürü fırsat vardı. O yüzden benim için tercih dönemi baya zorlu geçti. Nereyi yazsam diye karar veremedim. Eheheh.
-          Hmm anladım. ( baya da mütevazıymışsın) öhö öhö, boş zamanlarında neler yaparsın?
-          Yaa fotoğraf çekiyorum ben aslında. Baya da iyiyimdir bu konuda. Aslında okulu bitirince bu alana yönelmeyi ve bu işi yapmayı düşünüyorum. Çektiklerimi bir görsen bayılırsın. Hele geçenlerde arkadaşlarla sabahlıyoruz sahilde öyle bir kare yakaladım ki benim diyen fotoğrafçı yakalayamaz.
-          Hmm anladım.
Bu grup insanları da genellikle ikinci randevu şansını kaçırırlar. Ama aramadığınız ve ya ikinci randevu için girişimde bulunmadığınız için üzülmezler, çünkü siz onu anlayamamışsınızdır.
5.       Aşırı sahiplenenler. Daha ilk randevudan uzun süreli ilişki garantisi verebilen nadir tür.
-          …bu mekanda güzelmiş.
-          Evet evet. Baya güzeldir burası. İlk kez kuzenim getirmişti beni buraya birkaç sene evvel o günden beri gelirim. Kuzenimi de bir tanısan çok seversin yakın zamanda tanıştırırım sizi.
-          Hmm, güzel olur evet. Ee ne içersin?
-          Yaa bende alışkanlık oldu sağolsun bir arkadaşım var adı Osman(!) o sürekli filtre kahve içer. O yüzden bende alıştım ben bir filtre kahve alayım. Bu arada Osman’da inanılmaz eğlenceli adamdır. Yarın falan müsait olursan aslında sen, ben, Osman sinemaya gidelim. Film hastasıdır. Bayılır. Hele çıkınca yaptığı yorumları duysan ölürsün gülmekten.
-          Öyle mi ne hoş.
-          Ne burcusun sen?
-          Terazi.
-          Hadi yaa. Benim bir ilkokul arkadaşım var (OHA ama).
Bu grup genellikle bir süre sonra sıkıcı olmaya başlar. Her ne kadar niyet iyi de olsa ilk randevuda yapılacak iş değildir.

Bu liste aslında böyle uzar gider. İlk randevuda yan masayı kesenler, sürekli telefonu ile meşgul olanlar (özellikle konuşmak için uzaklaşanlar),  eski sevgiliden bahsedenler, ağzı kokanlar, konuşmayı sekse çekenler vs.
İlk randevular genellikle beklenildiği gibi geçmez (istisnalar muhakkak vardır.) Onca hazırlık boşa gitti diye düşünmeyin. Bazen ikinci bir şans vermek gerek. Bu işler biraz da risk alarak oluyor sanırım. İyisi mi bir ikinci randevu şansı verin. Şimdiden “İyi şanslar.”

PS: Ağzı kokuyorsa adam olmaz. Boşver.