1999
-Anneanne
benim babam da eve gelecek değil mi bir gün?
-Gelir
elbet oğlum. Üzülme sen.
Gelmedi elbet. Gelmeyeceğini de biliyordum aslında. İş olsun
diye sormuştum. Yan komşumuzun kocası işten gelmişti. İki tane oğlu vardı. Ufuk
ve Uğurdu isimleri yanlış anımsamıyorsam eğer. Çocuklar sokakta top
oynuyorlardı. Ben de bakkalın bitişiğindeki, 2 odalı evimizin balkonunda
oturmuş onları izliyordum anneannemde yanımdaydı. O zaman sordum o soruyu. Cevabı
biliyordum. Şaşırtıcı değildi ama bir an üzüldüm. Sen yanımda yoktun o zaman. İyi
ki yoktun, duymadın. Duysan kim bilir ne kadar üzülürdün. Aldığın karardan
pişman olurdun belki de. İyi ki yoktun. İyi ki duymadın. Ya aldığın karardan
pişman olsaydın? Sende bekledin bence. Çocuk
aklımla öyle düşündüm en azından. Benim gelmeyeceğini kabul etmem belki de
seninkinden birazcık daha kısa sürdü. Çok da üzülmedim. Sen vardın. Sen herkese
bedeldin küçük dünyamda. Küçüktü. Okulla ev arası gidip gelen yolu bile daha
yeni öğrenmiştim. Tüm dünyam da ondan ibaretti. Yorulmuyordum, yormuyordun
beni. Belki sen de bekledin. Biliyordun. Gelmeyecekti. Bende biliyordum. Gelmeyecekti.
Sen vardın, gelmese de olurdu.
2000’lerde
bir zaman…
-Anneeeeee!
Yemekte ne var?
-Un
çorbası ile bulgur pilavı yaptım oğlum.
- Anne
yine mi ya? Of!
Bilemedim elbet. Yokluğu da gözüm kesmiyordu o vakit. Elde yok
avuç da yok lafı somut manasının dışına hiç çıkmıyordu. Cebinde kalan son 5
lira ile üç karın doyurmanın ne demek olduğunu uzunca bir zaman daha
kestiremeyecektim belki de. Mutfakta açılıp kapanan çekmecelerin sesini duymam
bir anlam ifade etmiyordu. Beyaz plastik çekmecenin başına dikilmiş, tek tek
hepsini açıp kapatman bir şey çağrıştırmıyordu bana. Ben bilmiyordum, evde
kalan son bulgurla, son unla yemek yaptığını ya da cebinde kalan son parayla
bir paket makarna aldırdığını. Söylemiyordun çünkü. Yokluğun içindeyken de
bilmiyordum sayende ne olduğunu. Hiçbir zaman hayata kötü bakmamızı istemedin. Zaman
zaman içine düştüğümüz sıkıntılı durumlarda tüm yükü üstlenmek zorunda değildin
halbuki. Söyleseydin. Bende bilseydim. Belki of demezdim sana.
-Alo! Anne
yine mi yemek yapmadan gittin işe ya. Öf yine mi ben yapacağım.
-Oğlum
erken çıkmam gerekti. Bir makarna haşla ya da bir çorba yap yiyin kardeşinle. Hadi
güzel oğlum.
-Of
anne ya! Hep aynı şeyi yapıyorsun ha! Sanki ben uğraşmak zorundayım bunlarla.
Değil miyim? Aç olan bendim derde düşen sen. Biz okuldayken
daha giderdin işe, gecenin kör saatlerine kadar çalışırdın. Bazı geceler sen
geldiğinde biz uyumuş olurduk. Hatırlarım. Ranzanın başına gelir, saçımı okşar,
öper, koklardın. Üzerimi örterdin sessizce. Sonra da kardeşime aynı şeyi
yapardın. Bazen uyanırdım, uyuyormuş taklidi yapardım. Uyanırsam sen üzülürsün
sanırdım. Yetmezdi onca yorulduğun evin bütün işine de sen koşardın. Ütü,
temizlik, çamaşır, bulaşık… Yaptıklarını hiç görmezdim. Yapmadıklarını hemen
yüzüne vururdum, sanki tüketmekten başka bir faydam varmış gibi. Evin işi
yetmezdi birde dışarının işine koşardın. Elektriği, suyu, kömürü, odunu… Her
şeyle sen ilgileniyordun. Bana da hazır doldurulmuş soba kazanının üzerine bir
kibrit çakmak zor geliyordu.
-Anne
ya. Ayakkabı lazım bana. Ne zaman alırız?
-Biraz
bekle oğlum. Bu ara pek param yok. Olunca alırız.
-Ne
zaman olacak o para bilmem? Hiç yok ki…
İç çekerdin. Bazen dayanamaz “sanki var da mı almıyorum
oğlum yapma Allah aşkına” derdin. Bilmezdim o zaman elbet. Bana hayatımın en
öncelikli ihtiyacı ayakkabı gibi gelirdi. Sen ise babasız büyüyen iki çocuğu
beslemenin, barındırmanın, giydirmenin, okutmanın derdiyle uğraşırdın. Hep sonradan
itiraf ettin gizli gizli ağladığını. Ben çocukken hiç görmedim seni ağlarken. Ağlamazsın
sanırdım hep. Ne kadar güçlü bak demiyordum elbet kendi kendime, belki de aklım
ermiyordu. Ama bende yarattığın imaj hep o güçlü kadındı. İlk kez ağladığını
gördüğümde yıkıldım sandım bir an. Sanki o güçlü kadın imajın gitmişti bir an. Benimde
dünyaya olan inancım. Sonra sonra fark ettim, çaresizlik zor iş güçle alakası
yok. Lisedeydim. Çalışmadığın bir döneme denk gelmişti. Parasız kaldığımız
zaman istemiştin o adamdan ilk kez yardımı. Göndermedi elbet. Birkaç sefer
okula gidememiştim. Devamsızlığım doldu diye rapor isteyen müdür yardımcısı ile
konuştun, param yoktu gönderemedim demiştin. Yüzün kızarmıştı hafiften. İlk kez
gördüm gözlerindeki o çaresizliği. Keşke dedim, keşke elimden bir şey gelse de
silsem onu. Yapamadım elbet.
Şimdi dönüp bakıyorum da ben hiç iyi bir evlat olamadım. Eğer
sen hala bu kadar çok seviyorsan beni, sen gerçekten dünya dışı bir varlıksın. Hiçbir
insan kendisine arpa tanesi kadar faydası dokunmamış birini senin beni sevdiğin
kadar sevemez. Bu yaşıma kadar iyi bir evlat olamadım belki ama bildiğim tek
şey var. Sen bu dünyada benim başıma gelmiş, hatta herhangi bir insanın başına
gelebilecek en güzel şeysin. Anne olmak ayrı, sen olabilmek ayrı. Şimdi söylüyorum
elbet, seni seviyorum Anne!