22 Ocak 2014 Çarşamba

Keşke Olmasaydım.

Sizden biri olacağım diye çok korkuyorum. Git gide size benzemeye başladım. Yavaş yavaş yok oluyorum sanki içten içe. Duyarsızlaşıyorum. Duygusuzlaşıyorum. Çevreme bakmaz oldum yürürken. Önceden insanların yüzlerine bakardım, değişik hayatları görmek için. Gözlerin ardında saklı olan. Sonra sonra baktım ki hep aynı his var o gözlerin ardında. Bıkmışlık ya da çaresizlik. Adını koyamadım. Bilemedim.

Önceden sevinirdim sonbahar geldiği vakit, aynı ilkbaharın gelişine sevindiğim gibi. Çocukluğumdan beri bir tek yazın gelişi sevindirmezdi beni, hala da sevindirmez. Sıcağı sevmiyorum. Şimdi ne sonbahara, ne kışa ne de bahara aldırış ediyorum. Bugünler de umursamıyorum mevsimleri, ayları, günleri, saatleri hatta dakikaları. Yapraklar sararıp düştü diye ayrı sevinirdim, ağaçlar yeşerdi diye ayrı… Şimdi hiç birine sevinmiyorum.

Yağmur yağdı mı koşardım sokağa. Şemsiye açanlara garip garip bakardım. Yağmurdan kaçılır mı diye düşünürdüm kendi kendime. Hele ki yaz yağmurundan… Birden bire bastırır, sırılsıklam eder adamı, sular seller götürür sokakları. Çok severdim evvelden çıkıp yaz yağmurunda ıslanmayı. Artık bende pencere ardında izliyorum yağmuru. Gözlerim Arap bacıyı da aramayı bıraktı zaten. İçimdeki çocuk da ölmüş. Ben yeni farkına vardım sanırım. Ölmeli miydi ölmemeli miydi bilmem. Belki de yaşatmak lazımdı da ben beceremedim.

Deniz kıyısına gitmeyi severdim. Martı sevmem ama ne hikmetse denizi pek severdim. Sanki bütün derdimi, tasamı alıp uzaklara götürürdü. Şişede mektup hikayesi gibi, belki biri bulur da derman olur diye salardım yüreğimde ne var ne yoksa. İnanırdım da kendi kendime. Huzur kaplardı içimi birden bire, ferahlamış bir şekilde geri dönerdim gideceğim yere. Sonra sonra denizde kirlendi, kirlettiler. Uzunca zamandır deniz kenarına da hiç gitmedim.

Hep hayal kurardım. İnanırdım kendime. Başaracaktım. Hayal kurmakla başlayacak, sonra hayallerimi planlara dönüştürecektim zamanla. Planlarımı da bir bir gerçekleştirecektim. Hep öyle duydum. İstersen olur. İstersem olacaktı elbet. Başka yolumu vardı. İstedim. Çok istedim. Olmadı elbette. İstesen de olmuyormuş bazen. O yüzden senin isteklerin ne olursa olsun, hayat hep kendi isteklerini koyarmış tabağına. İster ye, ister yeme(!) Seçim hakkım var sanmıştım oysaki. Hayallerimdeki dünyayı kurarım sanmıştım. Meğerse senin değil, hayatın borusu ötermiş. Öğrendim bunları sonradan.

Artık insanların yüzlerine bakmıyorum yürürken. Ne mevsimin gelişine seviniyorum ne de gidişine. Yağmur desen umurumda bile değil, saklanıyorum bir çatının altına. Deniz kıyısına da gitmiyorum, deniz aynı deniz değil. Hayal de kurmuyorum. Sadece eski hayallerimi hatırlayıp ara sıra gülümsüyorum ya da ağlıyorum. Orası da ruh halime bağlı işte.

Neden mi? Korkuyorum. İnsanların yüzlerine bakarsam, yine aynı ifadeyi görürüm diye korkuyorum. Onlar da bana bakıp o bıkkınlığı ya da çaresizliği anlarlar diye korkuyorum. Yağmura çıkarsam, ıslanırsam, arınırım, içimde birikenler dışarı çıkar, bende kendimi toplayamam diye korkuyorum. Denize gelince gitsem kabul eder mi onu bile bilmiyorum. Ya tüm attıklarımı kusarsa üzerime? Hayal mi? Kurmuyorum. Bu zamana kadar kurduklarımla baş edebildim mi sanki? Korkuyorum yine başarısız olmaktan.

Ben yine her gün benzer saatlerde, aynı yollardan geçip aynı insanların yüzlerine bakmadan, aynı yağmurdan, güneşten, denizden, topraktan, ağaçtan saklanarak işe gidiyorum. Korkuyorum. Umursamıyorum. Sonra daha da çok korkuyorum. Ben de sonunda insan oldum. Tıpkı insanlar gibi tüm korktuklarımı görmezden gelip yoluma devam ediyorum. Umursamazsam giderler sanıyorum. 

Ben de insan oldum. Keşke olmasaydım.