30 Kasım 2012 Cuma

Benden Size Selam Olsun Nar Taneleri


                                              
                                                 Deniz kokusu şart. Olmazsa olmaz. Biraz martı sesi. Bir tane de bank elbet. Onu unutmamak gerek. Akılda bir şarkı, bilemedin iki, dönüp dönüp duran. Aynı oyunun farklı bir sahnesindeyiz bu sefer. Oyun aynı, konu aynı, karakter desen aynı. Sadece sahne farklı. Yoldan geçen birkaç insan koyalım karenin içine. Çok fazla olmasınlar ama. Hava soğuk, keskin bir rüzgar. Elde bir kahve olursa olur, olmazsa da canı sağ olsun. Bu ortamda en güzeli bira olur zaten. Düşünceli olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Ama yine de söyleyeyim. Adam düşünceli. Denize karşı, bankta oturmuş, martı sesleri eşliğinde birasını yudumlayıp denizi seyrederken manzarası gelip geçen birkaç insan yüzünden bozuluyor. Ve adam düşünceli.

                                                                                              ****

                                               Aslında hikaye çok da farklı değil daha önce anlatılanlardan. Sadece benim anlattıklarımdan değil, genelde anlatılanlardan. Ama yine de bir deyivereyim ben size. Belki beğenirsiniz.

                                               Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler…. Falan filan işte gerisini biliyorsunuz zaten. Bir varmış bir yokmuş, vaktin birinde, uzak mı uzak bir ormanda bir çocuk yaşarmış. Çocuğun hiç kimsesi yokmuş. Yalnız, bir başına küçük kulübesinde yaşarmış. Her gece uykuya dalmadan önce yalnızlığım bitsin diye dua edermiş ama kimse dualarına karşılık vermezmiş. Her gün ormana gider kuşlara, böceklere seslenir; onlarla konuşurmuş. Başından geçenleri bir bir dağlara, taşlara ağaçlara anlatırmış. Deniz kıyısına gider, bağırır çağırır; derdini tasasını denizin sularına bırakırmış. Sonra yoldan topladığı üç beş çiçek ve birkaç meyve ile kulübesinin yolunu tutarmış.

                                               Günlerden bir gün bizim çocuk yine almış başını, düşmüş yollara. Ormanın içine doğru yürümüşte yürümüş. Ağaçlar git gide büyür olmuş. Hatta öyle bir ağaç görmüş ki bir yaprağı neredeyse bizim oğlanın boyu kadar.  Kocaman kocaman kayaların üzerinden geçmiş gitmiş. En son bir kayanın tepesine oturmuş azıcık dinleneyim diye. Evden azığına koyduğu meyvelerden çıkarmış yemeye başlamış. Kırmızı mı kırmızı bir elma yemiş önce. Tadına doyamamış. Yolculuktan olsa gerek, karnı epey acıkmış. Sonra tutmuş azığından bir tane ayva çıkarmış. Oturmuş bir güzel ayvayı da yemiş. Hemen peşine elini bir kez daha daldırmış torbasının içine. Bir tane nar gelmiş çocuğun eline.

                                               Çocuk yesem mi yemesem mi diye düşünürken hala karnının guruldadığını fark etmiş. Yiyecek başka bir şeyi olmadığını fark edince de narı yemeye karar vermiş. Yalnız nar olgunlaşmış mı olgunlaşmamış mı fark edememiş. Çünkü narın kabukları sarıya dönük bir renkteymiş. Çocuk baktıkça nar daha da bir parlamış. Eninde sonunda narı ortadan bölmeye kalmış çocuk. Daha ilk zorlaması ile narın kabukları açılmış, içindeki tüm taneleri etrafa saçılmış. Çocuğun elinde bir tane bile nar tanesi kalmamış. Oturmuş bahtsızlığına üzülmüş çocuk. Madem daha yiyecek bir şey de kalmadı artık eve gideyim diye düşünmüş kendi kendine. Kalkmış oturduğu yerden, yavaş yavaş inmeye başlamış tırmandığı kayaları. En sonunda koca koca ağaçların olduğu ormana geri gelmiş. Yine yol üzerinden birkaç çiçek, birkaç meyve alıp evine doğru yola koyulmuş. Varmış evine. Oturmuş yatağının üzerine. Başlamış ağlamaya. Ağlamış, ağlamış, ağlamış… Sonra uyuyakalmış.

                                               Sabah erkenden uyanmış bizim oğlan. Çiçeklerle donattığı köşeye gitmiş. Eline bir tane gül almış. Gülün dikeni eline batmış. Bir damla kan düşmüş yere parmağından. Eğilip onu silmiş oğlan. Sonra dönmüş, çiçeklerle konuşmaya başlamış. Bir önceki gün başından geçenleri anlatmış onlara. Giyinmiş, hazırlanmış, heybesini doldurmuş meyveler ile. Yine yürümeye başlamış, varmış o koca ağaçların yanına. Başlamış tırmanmaya. Yukarı çıkmış, bir de ne görsün. Kendisi gibi yüzlerce insan. Hepsi çıplak, yüzleri donuk. Birbirlerine bakıyorlar. Çocuk tek tek gidip hepsi ile konuşmaya çalışmış. İsimlerini sormuş. Kendi ismini söylemiş. Diğer insanlar gülen yüzlerle ama boş gözlerle ona cevap vermişler. Bizim çocuk mutluluktan delirmek üzereymiş. Tek tek hepsine ne kadar uzun zamandır bu ormanda tek başına yaşadığını, başından geçenleri bir bir anlatmış. Hepsine aşağıya gelin, sizinle beraber kulübeler yapalım ormanda, beraber yaşayalım demiş. Ormanın güzelliğinden, nehrin sesinden, balıklardan, kuşlardan, çiçeklerden hatta meyvelerden bile bahsetmiş. Onlar da çocuğa gülümsemişler.

                                               Çocuk herkese anlatmış tek tek bir köy kurma hayalini. Onlar da dinlemişler. Gidelim demiş çocuk. Gidelim ve köyümüzü kuralım. İnsanlardan birine elini uzatmış. O da tutmuş. Elleri dokunur dokunmaz diğeri yok olmuş. Çocuk şaşırmış kalmış. Sonra bir başkasına uzatmış elini. Yine aynı şey. Bir diğerine, bir diğerine derken yine kimsecikler kalmamış çocuğun etrafında. Onca konuştuğu, anlattığı, hayalleri sanki havaya karışmış gitmiş, yağmur olup geri gelmiş. Rüya gördüm herhalde diye düşünmüş kendi kendine çocuk. Ağlamış, ağlamış, ağlamış…

                                               Varmış gelmiş eve. Kapısını örtmüş oturmuş yatağının üzerine. Bakmış, sabah kan damlasının düştüğü yerden bir başka gül bitivermiş. Kıpkırmızı. Parlak. Oturmuş yanına. Başlamış onunla konuşmaya. Masal bu ya gül de ona cevap vermiş. Bir bir anlatmış bizim oğlana olanları. Onca yalvarmasından, yakarmasından sonra o sihirli nar tanelerinin nasıl insana dönüştüğünü bir bir anlatmış bizim oğlana. Bizim oğlan anlamış ne olup bittiğini. Ama yine de sormuş güle.

-          Peki neden gittiler? Neden yok oldular. Oysa hepsi gülmüştü yüzüme ben hayallerimi bir bir derken.
Gül cevap vermiş.
-          Sen, senden olana güven. Senden gidene üzül. Ne nar senindi, ne de o insanlar. Hepsi geldi geçti. Ne giderse senden gider aslında. Senden kopan gerçektir. Senden alınan. Sen kendinden kopana üzül. Sen, senden gidene.
****
                                              
                                               Almış başını gelmiş bizim oğlan yine aynı denizin kenarına. Bakmış etrafında bir bir yok olan insanlara. Kahvesini yudumlamış ya da birasını. Orasını kimse kesin olarak bilememiş. Ama kafasında hep aynı şarkı çalmış durmuş… Bir kez daha deniz kenarında, martıların sesiyle birlikte etrafta hiç kimse yokken yalnızlığını kutlamış bizim oğlan. Kandırılmışlığına ağlarken…