Uzun
uzun yıllar önce,uzak mı uzak bir diyarda bir oğlan yaşarmış bir başına. Hiç
kimsesi yokmuş bu oğlanın. Babasını hiç görmemiş, annesi ise oğlanın büyüdüğünü
çok da göremeden babasının yanına göçüp gitmiş. Tek başına çiçeklerin,
ağaçların, böceklerin arasında büyümüş gitmiş bu oğlan. Ezelinden gelen bu
merakı işine de yaramamış değil. Hangi ot neye iyi gelir, ne ile ne karışırsa
sıtmayı tedavi eder, hangi çay mideyi rahatlatır her şeyi bilirmiş. Yaşadığı
yerde büyük nam salmış bu oğlan, köyün en iyi hekimlerinden biri diye adı
herkes tarafından bilinir olmuş.
Her
sabah güneşin doğduğu vakit yola düşer, öğlene kadar kimseciklere görünmeden
dağ bayır gezer, kendine gerek bitki, kök ne varsa ormanda toplar daha sonra
evine dönermiş. Köyün bütün hastalarını bir bir ziyaret eder, ilaçları neyse
oracıkta karıştırır, herkesi iyi edermiş. Köylü de pek severmiş bu yapayalnız
oğlanı. İyi ettiği hastalar bir bir kapısını çalar, ona yiyecek, giyecek
getirirlermiş. Oğlan utana sıkıla bunları kabul eder ama bir daha da
getirmemelerini öğütlermiş onlara.
Pek
arkadaşı yokmuş bu oğlanın, kapısını ara sıra hediye getirmek için çalan
köylüler dışında kimse çalmazmış. Ne evine bir gelen olurmuş, ne de o kimsenin
evine gidermiş sohbete, muhabbete. Tedavisini tamamladığı hastanın evinde bir
bardak su bile içmeden çıkar gidermiş.
Günlerden
bir gün, oğlan köy meydanında soluklanırken köyün girişine kadar uzanan uzun
yolun başında bir karartı seçilir olmuş. Dağın başında, herkesin unuttuğu bu
köye kim gelir, nereden gelir, neden gelir kimse bilememiş. Bütün ahali yavaş
yavaş meydanda toplanıp yolu izlemeye başlamış. Karartı köye doğru yaklaştıkça
uzaktan gelenin bir at olduğu anlaşılmış. At yaklaştıkça merakla bakan gözler
de çoğalmış, bir anda herkes işini gücünü bırakıp şaşkınlıkla atın gelişini
izlemeye koyulmuş. İşin garip yanı atın üzerinde kimsenin görünmemesiymiş.
At
giderek kalabalığa doğru yaklaşmış. Tam meydanın orta yerinde duran çeşmenin
yanına kadar gelmiş at. O sırada atın sırtında iki büklüm yatan bir adam bizim
hekim oğlanın ayaklarının önüne düşüvermiş. Bir anda kalabalık dağılmış.
Hastalığının ne olduğu belli olmayan bu adamda bulaşıcı bir hastalık olmasından
korkup kaçışmaya başlamışlar. Gözünü kırpmasına kalmadan bir tek hekim oğlan kalmış
meydanda, bir de yerde boylu boyunca yatan adam ile atı.
Ahali
evlerine, dükkanlarına girmiş, kapıları sıkı sıkıya kapatmış. Pencerelerin
arkasına kurulup olacakları izlemeye başlamış. Kimse ne bir kap su vermiş yerde
yatan adam, ne de bir parça ekmek götürmüşler. Yardım etmek için bir kişi bile
kapısını açmamış. Oğlan bir başına kalakalmış köy meydanında ne yapacağını
bilemeden. Bir yerde yatan adama bakıyormuş, bir de etrafından kaybolan ama
pencere ardından seyre devam eden köylülere.
Çok
kısa bir zaman sonra oğlan eğilmiş adam yaşıyor mu diye bakmak için. Yaşıyormuş.
Bir gayret adamı yüklenip atın üzerine koymuş. Sonra da kendisi atlayıvermiş
atın sırtına. Dört nala eve gitmiş. Adamı aldığı gibi atın sırtından yatırmış
yatağına. Küçük küçük yaralar görmüş adamın karnında. Sayıklıyormuş adam. Boncuk
boncuk terliyormuş. Koşup gitmiş su almış, su ile yüzünü gözünü bir güzel
temizlemiş adamın hekim oğlan. Adamın yaralarına bakmış.
Koşup
gidip açmış dolabını, kırk bir tane malzeme çıkarmış, irili ufaklı
kavanozlarda, ağzı kapalı keselerde, çuvallarda duran kırk bir çeşit malzeme. Yedi
farklı kabın içinde dövmüş, katmış karıştırmış macun olana kadar bizim oğlan.
En son macunu koşup adamın yaralarına sürmeye başlamış. Macun bitene kadar da
bütün yaralara sürmüş. Sarmış bütün yaraları tek tek elleri ile. Üç gün
sargıları hiç açmadan beklemiş hekim oğlan adamın başında. Günde birkaç kez
çenesinden bastırıp birkaç kaşık su vermiş adama hepsi bu.
Bir
sabah gün ışımaya başlayınca gözünü açmış adam bizim oğlan uyurken. Şaşırıp kalmış
olduğu yere. Öldüm mü ben diye sormuş. Oğlan adamın sesine uyanıvermiş hemen. Oğlan
adamın sorularına kısa kısa cevaplar verip hemen başlamış sargıları açmaya. Yaraların
üzerine küçük bir şişede duran yağdan biraz biraz sürüp tekrar sarmış. Adam
şaşkınlıkla hekim oğlanın yaptıklarını izliyormuş.
Gel
zaman git zaman adam iyileşmiş. Kendini gezdirebilir hale gelmiş. Adam
ayaklanır ayaklanmaz, hekim oğlan yine malzemelerini toplamaya ormana gitmeye
karar vermiş. Günün ilk saatlerinde çıkmış yola ve başlamış malzemelerini
toplamaya.
Gitmiş,
malzemeleri toplamış, gelmiş. Adamın karşısına geçip oturmuş. Adam o zaman
deyivermiş hekim oğlana hikayesini.
Sultanın
bir ulağıymış bu adam, komşu ülkelerden birine bir haber taşırken bir önünü
kesen haramilere karşı dövüşmüş. Sultanın mektubunu istemişler; parasını,
altınını istemişler. Lakin ulak vermemek de direnmiş. Direnince de yaralamışlar
ulağı.
Hekim
oğlan da ona anlatmış hikayesini. Hikayesini dediğime de bakmayın, ne hikayesi
varsa. Gel gelelim ulak iyileşene kadar hekim oğlan ile ulak arkadaş olmuşlar.
Onca zaman içerisinde de köylüden hiç ses çıkmamış.
Uzun
zaman sonra bir gün yine köye inmiş hekim oğlan hastalara şifa vermek için. Köy
yolunda onu görenler bir bir kaçmaya başlamışlar. Çil yavrusu gibi dağılmış
insanlar bir anda. Hiçbir anlam verememiş bu hareketlerine oğlan. Bir bir
kapıları çalmaya başlamış. Kimse kapısını açmamış hekim oğlana. Şaşkın şaşkın
gezen oğlan son kapıyı da çalmış köydeki. Ses seda çıkmamış kimseden. Köy
meydanına kadar geri dönmüş oğlan. En son biri pencereye çıkıp bağırmış oğlana
git buradan, hastalıklı adam hala evinde, hasta o, sen de hastasın deyip kovmuş
oğlanı köyden.
Durumu
anlatmaya çalışan hekim oğlan ne kadar denediyse de kimse kulak asmamış
sözlerine. Sıkı sıkı örtmüş herkes kapısını, penceresini ta ki hekim oğlan
gidene kadar.
Çaresiz
dönmüş gitmiş evine. Arkadaşı ulak anlamış ters giden bir şeyler olduğunu lakin
ısrar etmemiş anlatması için. Her gün yeniden gidip tekrar tekrar anlatmayı
denemiş hekim oğlan gerçekleri. Kimse oralı olmamış. Bütün köylü adamın hasta
olduğunu, hastalığın hekim oğlana da bulaştığını, bulaşmadıysa bile yakın
zamanda bulaşacağını ve eninde sonunda bu hastalığın köye kadar gelip herkesi
öldüreceğini konuşur olmuş kulaktan kulağa.
Köyün
ileri gelenleri, yaşlıları, bilgeleri, zenginleri bir gece gizlice toplanıp
adamın ölmesi gerektiğine karar vermişler ve bu iş için üç kişi
görevlendirmişler.
Yine
bir sabah hekim oğlan çıkmış gitmiş ormana malzemelerini toplamak için. Görevi
ulağı öldürmek olan üç kişi gözlermiş evin etrafını. Oğlanın evden çıkması ile
kapıyı kırıp çullanmışlar ulağın üzerine. Koydukları gibi bir çuvalın içine Köyün girişine kadar getirip asıvermişler suçsuz adamı oracıkta. Halden anlamaz,
dur durak bilmez, dinlemez bütün köylüler toplanıp izlemişler adamın katlini.
Vakit
geçmiş, hekim oğlan ormandan dönüp ulağı bulamamış evin içinde. Her yere
bakmış, seslenmiş, ne sesi duyan var ne de dönüp gelen. Çok merak etmiş. Çıkıp
köye gitmeye karar vermiş. Köyün girişine varır varmaz gözyaşlarına boğulmuş
hekim oğlan. Arkadaşı, hastalıktan kaldırıp da kendine yoldaş ettiği ulak köyün
girişinde asılı dururmuş. Yere çöküp başlamış ağlamaya. Köyün ileri gelenleri
hekim oğlanın uzağından başlamışlar kararlarını bildirmeye. Sana bir gün mühlet
veriyoruz, pılını pırtını topla köyden git yoksa senin de sonun böyle olacak
demişler.
Hekim
oğlan dimdik dikilmiş ayağa. Başlamış köylüye seslenmeye. “Nasıl insansınız
bilemedim. Senelerce ne kötülüğüm dokundu size? Hastalarınızı iyi ettim,
yatalaklarınıza şifa verdim. Kar demedim, kış demedim, yazın sıcak demedim.
Koştum geldim yardımınıza. Ne bir kuruş istedim, ne hanlar hamamlar. Bir yudum
suyunuzu bile içmedim hak geçmesin diye. Ne dinlediniz beni ne anladınız. Hasta
değil dedim, hasta değilim dedim. Gücünüz bana mı yetti, gücünüz ona mı yetti?
Ben iyi edip ayağa diktim, size mi kaldı canını almak. Yarın bir gün secdeye
vardığınızda vicdan azabı ile tövbe etmeyin, af dilemeyin. Şifa isteyin. Asıl
hasta sizsiniz. Ne kulağınız duyar, ne gözünüz görür ne de kalbiniz çalışır
sizin” demiş.
Atladığı
gibi atına dört nala gitmiş evine. Kapının önünde, bahçesinde duran kargabüken
ağacından toplamış meyveleri, oturmuş kapının eşiğine bir bir yemiş hepsini,
oracıkta uyumuş hekim oğlan, bir daha da uyanmamış.
Birkaç
gün sonra vakit dolunca hekim oğlan gitmiş mi diye kontrole giden köylüler
buluvermişler cesedini. Ulak ile beraber hekim oğlanın cesedini de yakmışlar.
Köylü kulaktan kulağa hekim oğlan da hastaymış, ölüp gidivermiş diye konuşmaya
başlamış. Yıllar yıllar sonra bile bu hikaye anlatılır olmuş, nesilden nesile
aktarılmış. Kimse gerçeği bilmemiş, ama herkes, hiç kimsenin bilmediği bu
hastalıktan korkar olmuş. Nesiller boyu adı bile olmayan bu hastalık, onlarca
insanın öldürülmesine, yüzlercesinin de yalnız başına bir ormanda yaşamasına
sebep olmuş. Hastalığın adını da kimseler koyamamış. İnsan en çok bilmediğinden korkarmış…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder