24 Mayıs 2015 Pazar

KARGABÜKEN

                Uzun uzun yıllar önce,uzak mı uzak bir diyarda bir oğlan yaşarmış bir başına. Hiç kimsesi yokmuş bu oğlanın. Babasını hiç görmemiş, annesi ise oğlanın büyüdüğünü çok da göremeden babasının yanına göçüp gitmiş. Tek başına çiçeklerin, ağaçların, böceklerin arasında büyümüş gitmiş bu oğlan. Ezelinden gelen bu merakı işine de yaramamış değil. Hangi ot neye iyi gelir, ne ile ne karışırsa sıtmayı tedavi eder, hangi çay mideyi rahatlatır her şeyi bilirmiş. Yaşadığı yerde büyük nam salmış bu oğlan, köyün en iyi hekimlerinden biri diye adı herkes tarafından bilinir olmuş.
                Her sabah güneşin doğduğu vakit yola düşer, öğlene kadar kimseciklere görünmeden dağ bayır gezer, kendine gerek bitki, kök ne varsa ormanda toplar daha sonra evine dönermiş. Köyün bütün hastalarını bir bir ziyaret eder, ilaçları neyse oracıkta karıştırır, herkesi iyi edermiş. Köylü de pek severmiş bu yapayalnız oğlanı. İyi ettiği hastalar bir bir kapısını çalar, ona yiyecek, giyecek getirirlermiş. Oğlan utana sıkıla bunları kabul eder ama bir daha da getirmemelerini öğütlermiş onlara.
                Pek arkadaşı yokmuş bu oğlanın, kapısını ara sıra hediye getirmek için çalan köylüler dışında kimse çalmazmış. Ne evine bir gelen olurmuş, ne de o kimsenin evine gidermiş sohbete, muhabbete. Tedavisini tamamladığı hastanın evinde bir bardak su bile içmeden çıkar gidermiş.
                Günlerden bir gün, oğlan köy meydanında soluklanırken köyün girişine kadar uzanan uzun yolun başında bir karartı seçilir olmuş. Dağın başında, herkesin unuttuğu bu köye kim gelir, nereden gelir, neden gelir kimse bilememiş. Bütün ahali yavaş yavaş meydanda toplanıp yolu izlemeye başlamış. Karartı köye doğru yaklaştıkça uzaktan gelenin bir at olduğu anlaşılmış. At yaklaştıkça merakla bakan gözler de çoğalmış, bir anda herkes işini gücünü bırakıp şaşkınlıkla atın gelişini izlemeye koyulmuş. İşin garip yanı atın üzerinde kimsenin görünmemesiymiş.
                At giderek kalabalığa doğru yaklaşmış. Tam meydanın orta yerinde duran çeşmenin yanına kadar gelmiş at. O sırada atın sırtında iki büklüm yatan bir adam bizim hekim oğlanın ayaklarının önüne düşüvermiş. Bir anda kalabalık dağılmış. Hastalığının ne olduğu belli olmayan bu adamda bulaşıcı bir hastalık olmasından korkup kaçışmaya başlamışlar. Gözünü kırpmasına kalmadan bir tek hekim oğlan kalmış meydanda, bir de yerde boylu boyunca yatan adam ile atı.
                Ahali evlerine, dükkanlarına girmiş, kapıları sıkı sıkıya kapatmış. Pencerelerin arkasına kurulup olacakları izlemeye başlamış. Kimse ne bir kap su vermiş yerde yatan adam, ne de bir parça ekmek götürmüşler. Yardım etmek için bir kişi bile kapısını açmamış. Oğlan bir başına kalakalmış köy meydanında ne yapacağını bilemeden. Bir yerde yatan adama bakıyormuş, bir de etrafından kaybolan ama pencere ardından seyre devam eden köylülere.
                Çok kısa bir zaman sonra oğlan eğilmiş adam yaşıyor mu diye bakmak için. Yaşıyormuş. Bir gayret adamı yüklenip atın üzerine koymuş. Sonra da kendisi atlayıvermiş atın sırtına. Dört nala eve gitmiş. Adamı aldığı gibi atın sırtından yatırmış yatağına. Küçük küçük yaralar görmüş adamın karnında. Sayıklıyormuş adam. Boncuk boncuk terliyormuş. Koşup gitmiş su almış, su ile yüzünü gözünü bir güzel temizlemiş adamın hekim oğlan. Adamın yaralarına bakmış.
                Koşup gidip açmış dolabını, kırk bir tane malzeme çıkarmış, irili ufaklı kavanozlarda, ağzı kapalı keselerde, çuvallarda duran kırk bir çeşit malzeme. Yedi farklı kabın içinde dövmüş, katmış karıştırmış macun olana kadar bizim oğlan. En son macunu koşup adamın yaralarına sürmeye başlamış. Macun bitene kadar da bütün yaralara sürmüş. Sarmış bütün yaraları tek tek elleri ile. Üç gün sargıları hiç açmadan beklemiş hekim oğlan adamın başında. Günde birkaç kez çenesinden bastırıp birkaç kaşık su vermiş adama hepsi bu.
                Bir sabah gün ışımaya başlayınca gözünü açmış adam bizim oğlan uyurken. Şaşırıp kalmış olduğu yere. Öldüm mü ben diye sormuş. Oğlan adamın sesine uyanıvermiş hemen. Oğlan adamın sorularına kısa kısa cevaplar verip hemen başlamış sargıları açmaya. Yaraların üzerine küçük bir şişede duran yağdan biraz biraz sürüp tekrar sarmış. Adam şaşkınlıkla hekim oğlanın yaptıklarını izliyormuş.
                Gel zaman git zaman adam iyileşmiş. Kendini gezdirebilir hale gelmiş. Adam ayaklanır ayaklanmaz, hekim oğlan yine malzemelerini toplamaya ormana gitmeye karar vermiş. Günün ilk saatlerinde çıkmış yola ve başlamış malzemelerini toplamaya.
                Gitmiş, malzemeleri toplamış, gelmiş. Adamın karşısına geçip oturmuş. Adam o zaman deyivermiş hekim oğlana hikayesini.
                Sultanın bir ulağıymış bu adam, komşu ülkelerden birine bir haber taşırken bir önünü kesen haramilere karşı dövüşmüş. Sultanın mektubunu istemişler; parasını, altınını istemişler. Lakin ulak vermemek de direnmiş. Direnince de yaralamışlar ulağı.
                Hekim oğlan da ona anlatmış hikayesini. Hikayesini dediğime de bakmayın, ne hikayesi varsa. Gel gelelim ulak iyileşene kadar hekim oğlan ile ulak arkadaş olmuşlar. Onca zaman içerisinde de köylüden hiç ses çıkmamış.
                Uzun zaman sonra bir gün yine köye inmiş hekim oğlan hastalara şifa vermek için. Köy yolunda onu görenler bir bir kaçmaya başlamışlar. Çil yavrusu gibi dağılmış insanlar bir anda. Hiçbir anlam verememiş bu hareketlerine oğlan. Bir bir kapıları çalmaya başlamış. Kimse kapısını açmamış hekim oğlana. Şaşkın şaşkın gezen oğlan son kapıyı da çalmış köydeki. Ses seda çıkmamış kimseden. Köy meydanına kadar geri dönmüş oğlan. En son biri pencereye çıkıp bağırmış oğlana git buradan, hastalıklı adam hala evinde, hasta o, sen de hastasın deyip kovmuş oğlanı köyden.
                Durumu anlatmaya çalışan hekim oğlan ne kadar denediyse de kimse kulak asmamış sözlerine. Sıkı sıkı örtmüş herkes kapısını, penceresini ta ki hekim oğlan gidene kadar.
                Çaresiz dönmüş gitmiş evine. Arkadaşı ulak anlamış ters giden bir şeyler olduğunu lakin ısrar etmemiş anlatması için. Her gün yeniden gidip tekrar tekrar anlatmayı denemiş hekim oğlan gerçekleri. Kimse oralı olmamış. Bütün köylü adamın hasta olduğunu, hastalığın hekim oğlana da bulaştığını, bulaşmadıysa bile yakın zamanda bulaşacağını ve eninde sonunda bu hastalığın köye kadar gelip herkesi öldüreceğini konuşur olmuş kulaktan kulağa.
                Köyün ileri gelenleri, yaşlıları, bilgeleri, zenginleri bir gece gizlice toplanıp adamın ölmesi gerektiğine karar vermişler ve bu iş için üç kişi görevlendirmişler.
                Yine bir sabah hekim oğlan çıkmış gitmiş ormana malzemelerini toplamak için. Görevi ulağı öldürmek olan üç kişi gözlermiş evin etrafını. Oğlanın evden çıkması ile kapıyı kırıp çullanmışlar ulağın üzerine. Koydukları gibi bir çuvalın içine Köyün girişine kadar getirip asıvermişler suçsuz adamı oracıkta. Halden anlamaz, dur durak bilmez, dinlemez bütün köylüler toplanıp izlemişler adamın katlini.
                Vakit geçmiş, hekim oğlan ormandan dönüp ulağı bulamamış evin içinde. Her yere bakmış, seslenmiş, ne sesi duyan var ne de dönüp gelen. Çok merak etmiş. Çıkıp köye gitmeye karar vermiş. Köyün girişine varır varmaz gözyaşlarına boğulmuş hekim oğlan. Arkadaşı, hastalıktan kaldırıp da kendine yoldaş ettiği ulak köyün girişinde asılı dururmuş. Yere çöküp başlamış ağlamaya. Köyün ileri gelenleri hekim oğlanın uzağından başlamışlar kararlarını bildirmeye. Sana bir gün mühlet veriyoruz, pılını pırtını topla köyden git yoksa senin de sonun böyle olacak demişler.
                Hekim oğlan dimdik dikilmiş ayağa. Başlamış köylüye seslenmeye. “Nasıl insansınız bilemedim. Senelerce ne kötülüğüm dokundu size? Hastalarınızı iyi ettim, yatalaklarınıza şifa verdim. Kar demedim, kış demedim, yazın sıcak demedim. Koştum geldim yardımınıza. Ne bir kuruş istedim, ne hanlar hamamlar. Bir yudum suyunuzu bile içmedim hak geçmesin diye. Ne dinlediniz beni ne anladınız. Hasta değil dedim, hasta değilim dedim. Gücünüz bana mı yetti, gücünüz ona mı yetti? Ben iyi edip ayağa diktim, size mi kaldı canını almak. Yarın bir gün secdeye vardığınızda vicdan azabı ile tövbe etmeyin, af dilemeyin. Şifa isteyin. Asıl hasta sizsiniz. Ne kulağınız duyar, ne gözünüz görür ne de kalbiniz çalışır sizin” demiş.
                Atladığı gibi atına dört nala gitmiş evine. Kapının önünde, bahçesinde duran kargabüken ağacından toplamış meyveleri, oturmuş kapının eşiğine bir bir yemiş hepsini, oracıkta uyumuş hekim oğlan, bir daha da uyanmamış.

                Birkaç gün sonra vakit dolunca hekim oğlan gitmiş mi diye kontrole giden köylüler buluvermişler cesedini. Ulak ile beraber hekim oğlanın cesedini de yakmışlar. Köylü kulaktan kulağa hekim oğlan da hastaymış, ölüp gidivermiş diye konuşmaya başlamış. Yıllar yıllar sonra bile bu hikaye anlatılır olmuş, nesilden nesile aktarılmış. Kimse gerçeği bilmemiş, ama herkes, hiç kimsenin bilmediği bu hastalıktan korkar olmuş. Nesiller boyu adı bile olmayan bu hastalık, onlarca insanın öldürülmesine, yüzlercesinin de yalnız başına bir ormanda yaşamasına sebep olmuş. Hastalığın adını da kimseler koyamamış. İnsan en çok bilmediğinden korkarmış…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder