Sabah
gözlerimi açtığımda kalın kahverengi perdelerin arkasından hafif hafif güneş
ışığı vuruyordu odanın içerisine. Güneş ışığından rahatsız olmamıştım. Daha
alarm da çalmamıştı. Birkaç kez döndüm durdum yatağın içerisinde ama uyku
tutmuyordu. Halbuki daha alarmın çalmasına 45 dakikadan fazla zaman vardı. Yatağın
içerisinde bağdaş kurup oturdum. Hemen yanı başımdaki sehpadan bir sigara
çıkardım, yaktım. Derin bir nefes çektim içime, hiç rahatsız olmadan. Sonra bir
nefes daha. Ardından bir tane daha. Odanın kapısı kapalı, penceresi açıktı.
Pencere ise kalın kahverengi perdenin altında kalıyor, odayı havalandırmaya
yetmiyordu. Bir nefes, iki nefes derken bir süre sonra aniden dağ eteklerini
kaplayan sis gibi çökmüştü sigara dumanı odanın içine.
Gece
sıcaktan köşeye ittiğim çiçek desenli pikeyi alıp bacaklarıma örttüm. Sabahın
serinliği rahatsız etmişti beni. Rahatsız eden tek şey de o değildi. Hani derler
ya göğsüme öküz oturdu diye, aynen öyle bir his vardı içimde. Sanki nefes alıp
vermek bile zordu ya da giderek zorlaşıyordu. Ayağa kalkıp odanın içerisinde
bir tur attım. Kalın kahverengi perdeleri açtım önce içeri hava girsin diye.
Yetmedi kapıyı da açtım, hatta salona kadar gidip balkon kapısını da.
İçeri
geri dönüp sehpanın üzerinde duran paketten bir sigara daha aldım. Yaktım,
balkona çıktım. Ağaçların yeşilliği, kuşların cıvıltısı her zaman sinirime
dokunmuştur. Herkes baharı, yazı sevmek zorunda mı? Sevmiyorum. Bazen sadece
kar yağsın istiyorum, bazen de günlerce yağmur. Sahi ya. Yağmur yağsın. Yağmur
yağınca hafifleyeceğim elbette. Her yeri temizleyen yağmur elbette beni de
arındıracak. Ama yağmaz, hiç yağmadı sanki. Çok uzun zaman oldu sanırım. Ben
bile kestiremiyorum en son ne zaman yağmur yağmıştı. Toprak çatlamış, kurumuş.
Demek ki çok uzun zaman olmuş.
Tekrar odaya
döndüm. Tam saate bakmak için bir hamle de bulunmuştum ki alarm çaldı. Kalk
borusu öttü, ama ben zaten ayaktaydım. İçimdeki sıkıntı hala olduğu yerde
duruyordu. Hızlı adımlarla mutfağa gidip su ısıtıcısının düğmesine bastım.
Kaynayana kadar da başında bekledim. Bir fincan çıkardım dolaptan, içine kahve
ve süt tozu koyup ekledim kaynar suyu. Fincanı da elime alıp odaya geri döndüm.
Yine bağdaş kurup oturdum yatağa. Pikeyi de örttüm bacaklarıma. Paketten bir
sigara daha alıp yaktım. Kahveden de bir yudum aldım. Acı olmuş. Şeker atmayı
unuttum herhalde. Üstelik ben kahve de sevmem. Ben çay insanıyım. Neden kahve
içiyorum ki kahve. Bilemedim. Kalktım. Sigaradan bir nefes daha çekip
kül tablasına bıraktım. Mutfağa gidip bütün bir fincanı lavaboya döktüm. Bardağı
çalkaladım, içine bir tane poşet çay atıp suyu koydum. Tekrar odaya geldim.
Sigaradan bir nefes daha çekip çaydan bir yudum aldım. Bu sefer iyi geldi.
Gözlerimin biraz daha açıldığını hissettim.
Bir
yerde olmam gerek. Neresi? Neresi? İş. Evet, evet. İşe gitmem gerek. Duş
almalıyım, giyinmeliyim, hazırlanmalıyım. Geç kalmamam lazım. Koştur koştur
önce banyo, sonra oda, sonra yine banyo, sonra yine oda. Hazırım. İşe
gidebilirim.
Çıktım
öylece yola. Yürüyorum. İçimdeki sıkıntı hala duruyor. Nedenini anlamaya
çalışıyorum. Aslında vicdanımın rahat olması gerek. Deniz kenarına mı gitsem.
Bu zamana kadar hep öyle yaptım. İçimde ne zaman bir sıkıntı olsa deniz
kenarına gittim. İçimdeki bütün nefreti, öfkeyi, pisliği denize bıraktım hep bu
zamana kadar. Sadece umudu saklıyordum bir köşede. Onu neden saklıyorum ki, onu
da bırakmam gerek aslında. Kim demiş umut iyi bir his diye? Belki de denizden
uzak bir yerde yaşamalıyım. Başıma gelen her şeyin sebebi deniz belki de.
Yüzleşmekten kaçındığım ne var denize bıraktığım için geliyor başıma bunlar.
Deniz intikam mı alıyor acaba benden? Ne saçmalıyorum ki ben? Daha önce deniz
olmayan hiçbir yerde yaşamadım ki. Nasıl yaşanır onu bile bilmiyorum.
Yürümeye
devam ettim bir süre daha. Bir otobüs durağının önünden geçiyorum. Herkesin
suratı asık. Sabah saat erken olduğu için mi böyleler yoksa gerçekten mutsuzlar
mı? Bu kadar insanın gerçekten mutsuz olabileceğine inanmak istemiyorum bir
yandan, öte yandan sebepler buluyorum kendi kendime. Durakta oturan kadın
neredeyse ağlamaklı gibi, sevgilisi onu aldatıyor mu acaba? Yan tarafında,
ayakta duran çocuk ise kulaklıklarını takmış müzik dinliyor. Acaba dinlediği
şarkı mı hüzünlü, şarkıya mı kederlendi? Birden nereye uçacağına karar
verememiş bir güvercinin kanat çırpışlarına irkildim. Salak hayvan önce üstüme
doğru geldi, sonrasında yönünü değiştirdi. Bir an için bana çarpacak sandım.
Korku filmi sahnesi gibi. Yine yüzümü durağa doğru çevirdiğimde birkaç kişinin
bana baktığını fark ettim. Rezil olduğumu düşünüp adımlarımı sıklaştırdım.
Çok
güzel simit kokuyor. Simit çay mı yapsam acaba? Bu şehre dair sevdiğim tek şey artık simit. Çıtır çıtır, gevrek gevrek, sıcak sıcak, fırından yeni çıkmış. Yanında
da bir beyaz peynir. Çok acıktım galiba. Bir yandan da midem bulanıyor,
içimdeki sıkıntı gram azalmış değil. O kadar hava aldım, yürüdüm. Yok. Olduğu
yerde duruyor. İş yerine de yaklaşıyorum. Bir şekilde üzerimden atmam lazım bu
durumu.
İş
yerinin kapısından içeri giriyorum. Bu bina hep aynı kokuyor. Akşam hangi
filmleri izlesem acaba. Bir şekilde kendimi meşgul etmem gerek. Uykum gelene,
hatta sızana kadar birkaç film izleyebilirim herhalde. Ben sigara aldım mı ya?
İnşallah almışımdır. Bu sıcakta bir daha çıkmak çok zor olur. Asansör de gelmek
bilmedi. Biri mi tutuyor ki acaba yukarıda. Neyse bekleyeyim. Bu havada
merdivenler çekilmez şimdi.
Yine
bir gün başladı. Hayat cidden devam ediyor. Çok ilginç geliyor düşününce. Zaman
dursun istediğinde durmuyor. Akıp gidiyor. Bir an evvel geçip gitsin
istediğinde de dakikalar birbirini kovalamayı bırakıyor. Aralarından bir tanesi
öncü olup diğerlerini bekletiyor. İki gün önce neden bu kadar yavaş değildi
zaman. Zaman da mı güzel olan şeyleri hızlı tüketiyor, beğenmediği şeyleri ağır
ağır? Yoksa zamanda mı darıldı bana her şeyi ona bıraktığım için. Benim bir
suçum da yok halbuki, öyle dediler diye yaptım. Yine zamana bıraktım diye mi
oldu bunlar?
Ben
yine anlamadım. Yine bir gün başladı… Neyse ben bir çay içeyim, yanında da
poğaça. Simit planlarım suya düştü. İçimin gittiği her şey gibi.
***
Bir gün başladı, bitti. Ben bir çay içeyim. Sen mi? Sen hoşça
kal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder